- Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.
- عرصهای کش خاک زر ده دهیست ** زر به هدیه بردن آنجا ابلهیست
- Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!
- ای ببرده عقل هدیه تا اله ** عقل آنجا کمترست از خاک راه
- Hediyenin makbule geçmeyeceğini anladıklarından utangaçlıkları, âdeta onları gerisin geriye itmekteydi!
- چون کساد هدیه آنجا شد پدید ** شرمساریشان همی واپس کشید
- Sonra yine dediler ki: İster makbule geçsin, ister geçmesin... Bize ne? Biz emir kuluyuz! 570
- باز گفتند ار کساد و ار روا ** چیست بر ما بنده فرمانیم ما
- Altın olsun toprak olsun... Biz, götürmeye mecburuz... Buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.
- گر زر و گر خاک ما را بردنیست ** امر فرمانده به جا آوردنیست
- Geri götürün derlerse yine fermana uyar, getirdiğimiz hediyeyi geri götürürüz!
- گر بفرمایند که واپس برید ** هم به فرمان تحفه را باز آورید
- Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye başladı. “Ben, sizden tirit istedim mi ki?
- خندهش آمد چون سلیمان آن بدید ** کز شما من کی طلب کردم ثرید
- Ben, bana hediye verin demedim; hediyeye layık olun dedim.
- من نمیگویم مرا هدیه دهید ** بلک گفتم لایق هدیه شوید
- Bana gayb âleminden eşi görülmedik hediyeler gelmekte... Öyle hediyeler ki insan, onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez! 575
- که مرا از غیب نادر هدیههاست ** که بشر آن را نیارد نیز خواست
- Siz, yer altındaki madeni altın haline getiren bir yıldıza, güneşe tapıyorsunuz... o yıldızı yaratana yüz tutun!
- میپرستید اختری کو زر کند ** رو باو آرید کو اختر کند