- Altın olsun toprak olsun... Biz, götürmeye mecburuz... Buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.
- گر زر و گر خاک ما را بردنیست ** امر فرمانده به جا آوردنیست
- Geri götürün derlerse yine fermana uyar, getirdiğimiz hediyeyi geri götürürüz!
- گر بفرمایند که واپس برید ** هم به فرمان تحفه را باز آورید
- Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye başladı. “Ben, sizden tirit istedim mi ki?
- خندهش آمد چون سلیمان آن بدید ** کز شما من کی طلب کردم ثرید
- Ben, bana hediye verin demedim; hediyeye layık olun dedim.
- من نمیگویم مرا هدیه دهید ** بلک گفتم لایق هدیه شوید
- Bana gayb âleminden eşi görülmedik hediyeler gelmekte... Öyle hediyeler ki insan, onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez! 575
- که مرا از غیب نادر هدیههاست ** که بشر آن را نیارد نیز خواست
- Siz, yer altındaki madeni altın haline getiren bir yıldıza, güneşe tapıyorsunuz... o yıldızı yaratana yüz tutun!
- میپرستید اختری کو زر کند ** رو باو آرید کو اختر کند
- Değeri yüce olan canınızı hor hakir ederek gökteki güneşe tapıyorsunuz.
- میپرستید آفتاب چرخ را ** خوار کرده جان عالینرخ را
- Güneş Allah emriyle bizim aşçımızdır, çiyleri pişirir... Artık ona Allah dersen aptallıktır bu!
- آفتاب از امر حق طباخ ماست ** ابلهی باشد که گوییم او خداست
- Güneş tutulursa ne yaparsın? Ondaki o karaltıyı nasıl giderirsin?
- آفتابت گر بگیرد چون کنی ** آن سیاهی زو تو چون بیرون کنی
- Nihayet yine Allah tapısına yüz vurup ya Rabbi. O karaltıyı gider, yine ona nurunu ver demez misin? 580
- نه به درگاه خدا آری صداع ** که سیاهی را ببر وا ده شعاع