English    Türkçe    فارسی   

4
606-615

  • Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!
  • مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای
  • Bu serkeş güneşin nuru, aşk meydanının öyle bir atıdır ki halkın ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri kalanların gününü de o!
  • نور این شمس شموسی فارس است ** روز خاص و عام را او حارس است
  • O yüce nur nasıl korumaz ki binlerce güneşi izhar eden odur.
  • چون نباشد حارس آن نور مجید ** که هزاران آفتاب آرد پدید
  • Sen onun nuru ile emniyet içinde yürüye dur... Ejderhalar, akrepler arasında yol almaya bak!
  • تو به نور او همی رو در امان ** در میان اژدها و کزدمان
  • O pak nur, senin önünde gider durur... Her yol vuranı tutar, paramparça eder! 610
  • پیش پیشت می‌رود آن نور پاک ** می‌کند هر ره‌زنی را چاک‌چاک
  • “Allah, kıyamet gününde Peygamberini utandırmaz” ayetini doğru bil; “Müminlerin nurları, önlerinde ve sağlarında yürür yollarını aydınlatır” ayetini oku!
  • یوم لا یخزی النبی راست دان ** نور یسعی بین ایدیهم بخوان
  • O nur kıyamette çoğalır ama Allah’tan o nuru burada da istemeli!
  • گرچه گردد در قیامت آن فزون ** از خدا اینجا بخواهید آزمون
  • Çünkü Allah istenen şeye delalet etmeyi daha iyi bilir ama buluta da can nuru bağışlar karanlığa da!
  • کو ببخشد هم به میغ و هم به ماغ ** نور جان والله اعلم بالبلاغ
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in elçilerini, getirdikleri hediyelerle beraber Belkis’e göndermesi ve Belkis’i güneşe tapmadan vazgeçip Allah’a inanmaya davet etmesi
  • بازگردانیدن سلیمان علیه‌السلام رسولان بلقیس را به آن هدیه‌ها کی آورده بودند سوی بلقیس و دعوت کردن بلقیس را به ایمان و ترک آفتاب‌پرستی
  • Süleyman Peygamber, o elçilere dedi ki: “Ey utanan elçiler, geri dönün... Altın sizin olsun; bana gönül getirin, gönül!
  • باز گردید ای رسولان خجل ** زر شما را دل به من آرید دل
  • Benim bu altınlarımı da alın da o altınlara ilave edin... Körlüğünüzü anlayın da o altınları katırın fercine sokun! 615
  • این زر من بر سر آن زر نهید ** کوری تن فرج استر را دهید