- Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
- هیچ مال و هیچ مخزن هیچ رخت ** می دریغش نامد الا جز که تخت
- Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu! 870
- پس سلیمان از دلش آگاه شد ** کز دل او تا دل او راه شد
- Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
- آن کسی که بانگ موران بشنود ** هم فغان سر دوران بشنود
- “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
- آنک گوید راز قالت نملة ** هم بداند راز این طاق کهن
- Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
- دید از دورش که آن تسلیم کیش ** تلخش آمد فرقت آن تخت خویش
- Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
- گر بگویم آن سبب گردد دراز ** که چرا بودش به تخت آن عشق و ساز
- (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır. 875
- گرچه این کلک قلم خود بیحسیست ** نیست جنس کاتب او را مونسیست
- Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
- همچنین هر آلت پیشهوری ** هست بیجان مونس جانوری
- Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
- این سبب را من معین گفتمی ** گر نبودی چشم فهمت را نمی
- Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
- از بزرگی تخت کز حد میفزود ** نقل کردن تخت را امکان نبود