- Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
- چونک واگشتم ز حیرتهای دل ** طفل را آنجا ندیدم وای دل
- İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... Ben sana bir padişah göstereyim.
- گفتش ای فرزند تو انده مدار ** که نمایم مر ترا یک شهریار
- O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi. 945
- که بگوید گر بخواهد حال طفل ** او بداند منزل و ترحال طفل
- Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!
- پس حلیمه گفت ای جانم فدا ** مر ترا ای شیخ خوب خوشندا
- Hadi, hemen bana o yüce bakışlı padişahı göster de çocuğun halinden haber alayım, dedi.
- هین مرا بنمای آن شاه نظر ** کش بود از حال طفل من خبر
- İhtiyar, Halime’yi Uzza’nın yanına götürdü... Dedi ki: “Bu put, kayıpları haber vermede tecrübe edilmiştir.
- برد او را پیش عزی کین صنم ** هست در اخبار غیبی مغتنم
- Biz, ona tapı kılarak vardık mı binlerce kaybımızı bulmuştur.”
- ما هزاران گم شده زو یافتیم ** چون به خدمت سوی او بشتافتیم
- İhtiyar, puta secde edip derhal “Ey Arabın velinimeti, ey cömertlik denizi! 950
- پیر کرد او را سجود و گفت زود ** ای خداوند عرب ای بحر جود
- Ey uzza! Sen bize nice lütuflarda bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk.
- گفت ای عزی تو بس اکرامها ** کردهای تا رستهایم از دامها
- Lütufların yüzünden Arap’ta hakkın var... Arab’ın sana ram olması farz olmuştur.
- بر عرب حقست از اکرام تو ** فرض گشته تا عرب شد رام تو