English    Türkçe    فارسی   

4
979-988

  • Bu devir yeryüzünde acayip bir devir... Ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim.
  • Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler? Bilmem artık suçlulara neler olur? 980
  • Taşa biz mabut diyoruz, mabut oluşta onun bir suçu yok... Sen de ona kul olmaya mecbur değilsin!
  • (Fakat ona sen mabut diyorsun, o da bunu reddediyor, kabul etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak, bir düşün!
  • Mustafa’nın ceddi Abdülmuttalib’in Halime’nin Muhammed aleyhisselâm’ı kaybettiğini, şehrin etrafında dönüp dolaşarak aradığını ve Kâbe’de ağlayıp sızladığını, Allah’tan Muhammed aleyhisselâm’ı bulmayı niyaz ettiğini duyması
  • Mustafa’nın ceddi, Halime’nin halini, halk içinde ağlayıp sızladığını,
  • Sesi, bir millik mesafeye yetişecek kadar feryat ve figan ettiğini duyunca,
  • İşi anladı... eliyle göğsünü yumruklamaya, bağırıp ağlamaya koyuldu. 985
  • Derken yana yakıla Kâbe kapısına gelip dedi ki: “Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah!
  • Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sırdaş olayım.
  • Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapıda makbule geçeyim.