- Bizse yok demeyi var olduğunu ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz varmış meğer.
- نفی را اثبات میپنداشتیم ** دیدهی معدومبینی داشتیم
- Uykulu göz, hayalden ve yoktan başka ne görebilir ki?
- دیدهای که اندر نعاسی شد پدید ** کی تواند جز خیال و نیست دید
- Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayal meydana çıkmış.
- لاجرم سرگشته گشتیم از ضلال ** چون حقیقت شد نهان پیدا خیال
- Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi? 1035
- این عدم را چون نشاند اندر نظر ** چون نهان کرد آن حقیقت از بصر
- Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf gösterdin!
- آفرین ای اوستاد سحرباف ** که نمودی معرضان را درد صاف
- Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de para alırlar, kar ederler.
- ساحران مهتاب پیمایند زود ** پیش بازرگان و زر گیرند سود
- Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da çıkar, kumaşı da kaybeder.
- سیم بربایند زین گون پیچ پیچ ** سیم از کف رفته و کرباس هیچ
- Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen ay ışığını alıyoruz.
- این جهان جادوست ما آن تاجریم ** که ازو مهتاب پیموده خریم
- O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer. 1040
- گز کند کرباس پانصد گز شتاب ** ساحرانه او ز نور ماهتاب
- Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun, eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
- چون ستد او سیم عمرت ای رهی ** سیم شد کرباس نی کیسه تهی