- Ondan ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir. 1185
- نه زمین را زان فروغ و لمتری ** نه خداوند زمین را توانگری
- Bu, ancak bunun aslını yokluk aleminden veren sensin, bundan bana lazım diye bir işarette bulunmaktan ibarettir.
- جز اشارت که ازین میبایدم ** که تو دادی اصل این را از عدم
- Yedim tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan et demektir.
- خوردم و دانه بیاوردم نشان ** که ازین نعمت به سوی ما کشان
- Şu halde ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen tohum eker.
- پس دعای خشک هل ای نیکبخت ** که فشاند دانه میخواهد درخت
- Tohumun yoksa Tanrı, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki görenler, ne hoş çalışmış da ne güzel fidana sahip olmuş derler.
- گر نداری دانه ایزد زان دعا ** بخشدت نخلی که نعم ما سعی
- Meryem gibi hani. Derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dert yüzünden sanat sahibi Tanrı, o kuru hurma ağacını yeşertti. 1190
- همچو مریم درد بودش دانه نی ** سبز کرد آن نخل را صاحبفنی
- Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakardı. Tanrı bu yüzden o istemeden onun yüzlerce muradını vefa etti.
- زانک وافی بود آن خاتون راد ** بیمرادش داد یزدان صد مراد
- Vefakar olan topluluk, bu vefayı bütün aleme yaymışlardır.
- آن جماعت را که وافی بودهاند ** بر همه اصنافشان افزودهاند
- Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile onlara kul, köle kesilmiştir.
- گشت دریاها مسخرشان و کوه ** چار عنصر نیز بندهی آن گروه
- Bu, inkar edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir Tanrı ikramıdır.
- این خود اکرامیست از بهر نشان ** تا ببینند اهل انکار آن عیان