- Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, 1360
- آنچ مقصودست مغز آن بگیر ** چون براهش کرد آن زال ستیر
- Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
- بود از مستی شهوت شادمان ** در فرو بست و همیگفت آن زمان
- Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
- یافتم خلوت زنم از شکر بانگ ** رستهام از چار دانگ و از دو دانگ
- Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
- از طرب گشته بزان زن هزار ** در شرار شهوت خر بیقرار
- Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
- چه بزان که آن شهوت او را بز گرفت ** بز گرفتن گیج را نبود شگفت
- Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir. 1365
- میل شهوت کر کند دل را و کور ** تا نماید خر چو یوسف نار نور
- Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar.
- ای بسا سرمست نار و نارجو ** خویشتن را نور مطلق داند او
- Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka!
- جز مگر بندهی خدا یا جذب حق ** با رهش آرد بگرداند ورق
- Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.
- تا بداند که آن خیال ناریه ** در طریقت نیست الا عاریه
- Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
- زشتها را خوب بنماید شره ** نیست چون شهوت بتر ز آفتاب ره