English    Türkçe    فارسی   

5
1899-1908

  • Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.
  • کوه بیچاره چه داند گفت چیست  ** زانک موسی می‌بداند که تهیست 
  • Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir. 1900
  • کوه می‌داند به قدر خویشتن  ** اندکی دارد ز لطف روح تن 
  • Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
  • تن چو اصطرلاب باشد ز احتساب  ** آیتی از روح هم‌چون آفتاب 
  • Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
  • آن منجم چون نباشد چشم‌تیز  ** شرط باشد مرد اصطرلاب‌ریز 
  • Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
  • تا صطرلابی کند از بهر او  ** تا برد از حالت خورشید بو 
  • Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
  • جان کز اصطرلاب جوید او صواب  ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب 
  • Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün. 1905
  • تو که ز اصطرب دیده بنگری  ** درجهان دیدن یقین بس قاصری 
  • Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
  • تو جهان را قدر دیده دیده‌ای  ** کو جهان سبلت چرا مالیده‌ای 
  • Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
  • عارفان را سرمه‌ای هست آن بجوی  ** تا که دریا گردد این چشم چو جوی 
  • Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
  • ذره‌ای از عقل و هوش ار با منست  ** این چه سودا و پریشان گفتنست