- Musa'nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hattâ azametli denize bile dokundu. 2775
- صدق موسی بر عصا و کوه زد ** بلک بر دریای پر اشکوه زد
- Ahmed'in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.
- صدق احمد بر جمال ماه زد ** بلک بر خورشید رخشان راه زد
- İkisi yüzyüze verip feryada başladılar. Emîr de ağlamaya kovuldu, fakir de.
- رو برو آورده هر دو در نفیر ** گشته گریان هم امیر و هم فقیر
- Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
- ساعتی بسیار چون بگریستند ** گفت میر او را که خیز ای ارجمند
- Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.
- هر چه خواهی از خزانه برگزین ** گرچه استحقاق داری صد چنین
- O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede. 2780
- خانه آن تست هر چت میل هست ** بر گزین خود هر دو عالم اندکست
- Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
- گفت دستوری ندادندم چنین ** که کنم من این دخیلانه دخول
- من ز خود نتوانم این کردن فضول ** که کنم من این دخیلانه دخول
- Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
- این بهانه کرد و مهره در ربود ** مانع آن بدکان عطا صادق نبود
- Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.
- نه که صادق بود و پاک از غل و خشم ** شیخ را هر صدق مینامد به چشم