- Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.
- این تکلف نیست نی ناموس و فن ** سیرتر گشتم از آنک دوش من
- Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler. 280
- در عجب ماندند جمله اهل بیت ** پر شد این قندیل زین یک قطره زیت
- Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
- آنچ قوت مرغ بابیلی بود ** سیری معدهی چنین پیلی شود
- Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.
- فجفجه افتاد اندر مرد و زن ** قدر پشه میخورد آن پیلتن
- Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.
- حرص و وهم کافری سرزیر شد ** اژدها از قوت موری سیر شد
- Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi.
- آن گدا چشمی کفر از وی برفت ** لوت ایمانیش لمتر کرد و زفت
- Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü. 285
- آنک از جوع البقر او میطپید ** همچو مریم میوهی جنت بدید
- Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.
- میوهی جنت سوی چشمش شتافت ** معدهی چون دوزخش آرام یافت
- Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
- ذات ایمان نعمت و لوتیست هول ** ای قناعت کرده از ایمان به قول
- ”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.
- بیان آنک نور که غذای جانست غذای جسم اولیا میشود تا او هم یار میشود روح را کی اسلم شیطانی علی یدی
- Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
- گرچه آن مطعوم جانست و نظر ** جسم را هم زان نصیبست ای پسر