English    Türkçe    فارسی   

5
2836-2845

  • Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum.
  • پس توانم که همه حلوا خورم  ** چون کنم صبری صبورم لاجرم 
  • Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır.
  • خود نباشد جوع هر کس را زبون  ** کین علف‌زاریست ز اندازه برون 
  • Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
  • جوع مر خاصان حق را داده‌اند  ** تا شوند از جوع شیر زورمند 
  • Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
  • جوع هر جلف گدا را کی دهند  ** چون علف کم نیست پیش او نهند 
  • Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun. 2840
  • که بخور که هم بدین ارزانیی  ** تو نه‌ای مرغاب مرغ نانیی 
  • Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererekTanrı emriyle Tanrı'ya dayanma kuvvetini bağışlaması
  • حکایت مریدی کی شیخ از حرص و ضمیر او واقف شد او را نصیحت کرد به زبان و در ضمن نصیحت قوت توکل بخشیدش به امر حق 
  • Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
  • شیخ می‌شد با مریدی بی‌درنگ  ** سوی شهری نان بدانجا بود تنگ 
  • Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
  • ترس جوع و قحط در فکر مرید  ** هر دمی می‌گشت از غفلت پدید 
  • Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
  • شیخ آگه بود و واقف از ضمیر  ** گفت او را چند باشی در زحیر 
  • Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı'ya dayanma gözünü kapamışsın.
  • از برای غصه‌ی نان سوختی  ** دیده‌ی صبر و توکل دوختی 
  • Sen o yüce nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler. 2845
  • تو نه‌ای زان نازنینان عزیز  ** که ترا دارند بی‌جوز و مویز