- Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
- شیخ میشد با مریدی بیدرنگ ** سوی شهری نان بدانجا بود تنگ
- Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
- ترس جوع و قحط در فکر مرید ** هر دمی میگشت از غفلت پدید
- Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
- شیخ آگه بود و واقف از ضمیر ** گفت او را چند باشی در زحیر
- Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı'ya dayanma gözünü kapamışsın.
- از برای غصهی نان سوختی ** دیدهی صبر و توکل دوختی
- Sen o yüce nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler. 2845
- تو نهای زان نازنینان عزیز ** که ترا دارند بیجوز و مویز
- Açlık. Tanrı haslarının gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nerden ona zebun olacak?
- جوع رزق جان خاصان خداست ** کی زبون همچو تو گیج گداست
- Aldırış etme, sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz beklıyesin.
- باش فارغ تو از آنها نیستی ** که درین مطبخ تو بینان بیستی
- Şu aşagılık ve karnına düşkün kişilere daima kâse üstünde kâse sunarlar, ekmek üstüne ekmek.
- کاسه بر کاسهست و نان بر نان مدام ** از برای این شکمخواران عام
- Bu çeşit adam öldü mü ekmek, önünden giderek ey yoksullukla, ümitsizlikle kendini öldüren der,
- چون بمیرد میرود نان پیش پیش ** کای ز بیم بینوایی کشته خویش
- İşte sen öldün, ekmek kaldı. Hadi kalk da al ekmeğini bakalım ey kendini elemlerle öldüren! 2850
- تو برفتی ماند نان برخیز گیر ** ای بکشته خویش را اندر زحیر