- O, toprağa hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmuştur demedeydi.
- او نظر میکرد در طین سست سست ** جان همیگفتش که طینم سد تست
- Köle, iki testi alıp yola düştü. Derhal keşişlerin manastırına vardı.
- دو سبو بستد غلام و خوش دوید ** در زمان در دیر رهبانان رسید
- Altını verip o altın gibi şarabı aldı. Taşı verip karşılığında gevheri satın aldı. 3455
- زر بداد و بادهی چون زر خرید ** سنگ داد و در عوض گوهر خرید
- O şarabi ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar.
- بادهای که آن بر سر شاهان جهد ** تاج زر بر تارک ساقی نهد
- O şarabi ki fitneler, kargaşalıklar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar.
- فتنهها و شورها انگیخته ** بندگان و خسروان آمیخته
- O şarabi ki kemikleri eritir de tamamiyle can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur.
- استخوانها رفته جمله جان شده ** تخت و تخته آن زمان یکسان شده
- Ayıkken kulla padişah suyla yağ gibidir ama sarhoşluk vaktinde tendeki cana dönerler.
- وقت هشیاری چو آب و روغنند ** وقت مستی همچو جان اندر تنند
- Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat bu makama varıp gark olmıyan bunu fark edemez. 3460
- چون هریسه گشته آنجا فرق نیست ** نیست فرقی کاندر آنجا غرق نیست
- İşte o köle, bu çeşit şarap almış, o adı sanı güzel beyin köşküne gitmekteydi.
- این چنین باده همیبرد آن غلام ** سوی قصر آن امیر نیکنام
- Yolda gamlar görmüş, beyni kuru, belâlara bürünmüş bir zahit, önüne çıkıverdi.
- پیشش آمد زاهدی غم دیدهای ** خشک مغزی در بلا پیچیدهای