- Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk! 380
- جرعهای بر زر و بر لعل و درر ** جرعهای بر خمر و بر نقل و ثمر
- Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
- جرعهای بر روی خوبان لطاف ** تا چگونه باشد آن راواق صاف
- Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
- چون همی مالی زبان را اندرین ** چون شوی چون بینی آن را بی ز طین
- Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
- چونک وقت مرگ آن جرعهی صفا ** زین کلوخ تن به مردن شد جدا
- Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
- آنچ میماند کنی دفنش تو زود ** این چنین زشتی بدان چون گشته بود
- Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki! 385
- جان چو بی این جیفه بنماید جمال ** من نتانم گفت لطف آن وصال
- Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
- مه چو بیاین ابر بنماید ضیا ** شرح نتوان کرد زان کار و کیا
- Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
- حبذا آن مطبخ پر نوش و قند ** کین سلاطین کاسهلیسان ویند
- Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
- حبذا آن خرمن صحرای دین ** که بود هر خرمن آن را دانهچین
- Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.
- حبذا دریای عمر بیغمی ** که بود زو هفت دریا شبنمی