- O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
- راه گم کرد او از آن صبح دروغ ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ
- Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
- پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت
- Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
- چند روزی هم بر آن بد بعد از آن ** شد پشیمان او از آن جرم گران
- Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
- داد سوگندش کای خورشیدرو ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو
- Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
- چون ندید او را خلیفه مست گشت ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت
- Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? 3905
- دید صد چندان که وصفش کرده بود ** کی بود خود دیده مانند شنود
- Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
- وصف تصویرست بهر چشم هوش ** صورت آن چشم دان نه زان گوش
- Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
- کرد مردی از سخندانی سال ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال
- O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
- گوش را بگرفت و گفت این باطلست ** چشم حقست و یقینش حاصلست
- O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
- آن به نسبت باطل آمد پیش این ** نسبتست اغلب سخنها ای امین
- Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir. 3910
- ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب ** نیست محجوب از خیال آفتاب