- Çünkü o âlem, tuzlaya benzer. Oraya ne düşerse renkten arınır.
- کان جهان همچون نمکسار آمدست ** هر چه آنجا رفت بیتلوین شدست
- Toprağa bak. Çeşit, çeşit renkte bulunan insanları mezarlarda bir renge sokmada.
- خاک را بین خلق رنگارنگ را ** میکند یک رنگ اندر گورها
- Bu, görünen bedenlerin tuzlası, mâna âlemine ait tuzlaysa bundan tamamı ile ayrıdır.
- این نمکسار جسوم ظاهرست ** خود نمکسار معانی دیگرست
- O mâna tuzlası mânevidir. O, ezelden ebede kadar yenilikler içindedir.
- آن نمکسار معانی معنویست ** از ازل آن تا ابد اندر نویست
- Eskilik bu yeniliğin zıddıdır. Halbuki o âlemin yeniliği zıtsızdır, eşsizdir, sayıya da sığmaz. 1860
- این نوی را کهنگی ضدش بود ** آن نوی بی ضد و بی ند و عدد
- Nitekim Mustafa’nın nurunun cilâsı ile yüz binlerce çeşit karanlık ışık kesildi.
- آنچنان که از صقل نور مصطفی ** صد هزاران نوع ظلمت شد ضیا
- O ulu er yüzünden Yahudilerin, Allah’ya şirk koşanların, Hıristiyanların, Mecusilerin hepsi bir renge boyandılar.
- از جهود و مشرک و ترسا و مغ ** جملگی یکرنگ شد زان الپ الغ
- Yüz binlerce kısa ve uzun gölgeler o sır denizinin nurunda bir oldular.
- صد هزاران سایه کوتاه و دراز ** شد یکی در نور آن خورشید راز
- Ne uzunluk kaldı, ne kısalık, ne genişlik. Çeşit, çeşit gölgeler, güneşe rehin oldu.
- نه درازی ماند نه کوته نه پهن ** گونه گونه سایه در خورشید رهن
- Fakat mahşerdeki tek renge boyanış, iyiye de apaçık görünür, kötüye de. 1865
- لیک یکرنگی که اندر محشرست ** بر بد و بر نیک کشف و ظاهرست