- İçinde mezar olan filân kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı. 1940
- آن فلان قبه که در وی مشهدست ** پشت او در شهر و در در فدفدست
- O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at.
- پشت با وی کن تو رو در قبله آر ** وانگهان از قوس تیری بر گذار
- Kutlu kişi, yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz!
- چون فکندی تیر از قوس ای سعاد ** بر کن آن موضع که تیرت اوفتاد
- O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı.
- پس کمان سخت آورد آن فتی ** تیر پرانید در صحن فضا
- Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu.
- زو تبر آورد و بیل او شاد شاد ** کند آن موضع که تیرش اوفتاد
- Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi. 1945
- کند شد هم او و هم بیل و تبر ** خود ندید از گنج پنهانی اثر
- Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu.
- همچنین هر روز تیر انداختی ** لیک جای گنج را نشناختی
- Bunu âdet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.
- چونک این را پیشه کرد او بر دوام ** فجفجی در شهر افتاد و عوام
- Definenin halkın ağzına düşmesi ve padişah tarafından duyulması
- فاش شدن خبر این گنج و رسیدن به گوش پادشاه
- Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler.
- پس خبر کردند سلطان را ازین ** آن گروهی که بدند اندر کمین
- Filân, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler.
- عرضه کردند آن سخن را زیردست ** که فلانی گنجنامه یافتست