- Şehire, köye Tanrı emri geldi: Eve, duvara, onlara gölge verme,
- امر حق آمد به شهرستان و ده ** خانه و دیوار را سایه مده
- Yağmura, güneşe mâni olma dendi. Bu suretle o ümmet peygamberlerinin yanına koştular.
- مانع باران مباش و آفتاب ** تا بدان مرسل شدند امت شتاب
- Ey ulu kişi dediler, çoğumuz öldük. Artık arkasını tefsirden oku.
- که بمردیم اغلب ای مهتر امان ** باقیش از دفتر تفسیر خوان
- O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nükte sana yeter.
- چون عصا را مار کرد آن چستدست ** گر ترا عقلیست آن نکته بس است
- Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası. 2180
- تو نظر داری ولیک امعانش نیست ** چشمهی افسرده است و کرده ایست
- Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.
- زین همی گوید نگارندهی فکر ** که بکن ای بنده امعان نظر
- Soğuk demiri döv demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hiç olmazsa Davut’un yanında dön dolaş!
- آن نمیخواهد که آهن کوب سرد ** لیک ای پولاد بر داود گرد
- Bedenin ölmüş, İsrafil’in yanına koş. Gönlün donmuş, yürüyüp giden güneşe git.
- تن بمردت سوی اسرافیل ران ** دل فسردت رو به خورشید روان
- Hayallerden öyle libaslara büründün ki neredeyse kötü zanlı Sofestailere karışacaksın.
- در خیال از بس که گشتی مکتسی ** نک بسوفسطایی بدظن رسی
- Sofestai’de zaten akıl yoktu. Bu yüzden duygudan da oldu, varlıktan da mahrum kaldı. 2185
- او خود از لب خرد معزول بود ** شد ز حس محروم و معزول از وجود