- Bu üç yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti. 2395
- چون رسیدند این سه همره منزلی ** هدیهشان آورد حلوا مقبلی
- Bir ihsan sahibi, “Ben yakınım”, sofrasından her üç garibe de helva götürdü.
- برد حلوا پیش آن هر سه غریب ** محسنی از مطبخ انی قریب
- Tanrı’dan sevap ümidi ile sıcak somun ve bal helvası hediye etti.
- نان گرم و صحن حلوای عسل ** برد آنک در ثوابش بود امل
- Şehirliler, edep ve zekâ ehli olurlar. Toy vermek yoksul doyurmak da köylülere verilmiştir.
- الکیاسه والادب لاهل المدر ** الضیافه والقری لاهل الوبر
- Tanrı, garibe ziyafet çekmeyi köylülere vermiştir.
- الضیافة للغریب والقری ** اودع الرحمن فی اهل القری
- Köylerde her gün Tanrı’dan başka imdadına yetişecek hiç kimsesi olmayan yeni bir misafir vardır. 2400
- کل یوم فی القری ضیف حدیث ** ما له غیر الاله من مغیث
- Köylerde her gece yeni bir topluluk vardır ki onların Tanrı’dan başka kimseleri yoktur.
- کل لیل فی القری وفد جدید ** ما لهم ثم سوی الله محید
- O iki yabancı, adamakıllı yemek yemişler, imtilâya uğramışlardı. O Müslüman ise oruçluydu.
- تخمه بودند آن دو بیگانه ز خور ** بود صایم روز آن مومن مگر
- Akşam namazı vakti o helva gelince Mümin, pek aç olduğundan yemek istediyse de,
- چون نماز شام آن حلوا رسید ** بود مومن مانده در جوع شدید
- İkisi de biz boğazımıza kadar tokuz. Bu yemeği bu gece bırakalım da yarın yeriz.
- آن دو کس گفتند ما از خور پریم ** امشبش بنهیم و فردایش خوریم