- که چرا ما را نمی داری امین ** یوسف خود را به سیران و ظعین
- Yeşilliklerde beraber gezip tozalım. Biz, onu çağırıyoruz ama emniyet ve ihsan sahibi kişileriz dediler.
- تا به هم در مرجها بازی کنیم ** ما درین دعوت امین و محسنیم
- Yakup, şu kadar biliyorum ki onu benim yanımdan alıp götürmenizden gönlümde bir dert, bir elem peydahlanıyor. 2755
- گفت این دانم که نقلش از برم ** میفروزد در دلم درد و سقم
- Gönlüm, asla yalan söylemez. Çünkü o arş nurundan nurlanmıştır dedi.
- این دلم هرگز نمیگوید دروغ ** که ز نور عرش دارد دل فروغ
- Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna katî bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkan yoktu.
- آن دلیل قاطعی بد بر فساد ** وز قضا آن را نکرد او اعتداد
- Kaza ve kader hükmünü işleyecekti. Onun için Yakup da bu kadar nişaneler gördüğü halde yine de Yusuf’u gönderdi.
- در گذشت از وی نشانی آنچنان ** که قضا در فلسفه بود آن زمان
- Körün, kuyuya düşmesine şaşılmaz, fakat yolu gören de düşer, buna şaşılır işte.
- این عجب نبود که کور افتد به چاه ** بوالعجب افتادن بینای راه
- Bu kaza ve kaderin çeşit çeşit işleri vardır. Adamın gözünü, Tanrı nasıl dilerse öyle bağlar. 2760
- این قضا را گونه گون تصریفهاست ** چشمبندش یفعلالله ما یشاست
- Gönül hilesini hem bilir, hem bilmez. Mührünü vurmak için demiri bile yumuşatır, muma döndürür.
- هم بداند هم نداند دل فنش ** موم گردد بهر آن مهر آهنش
- Gönül derdi ki: Mademki Tanrı taktiri böyle, bunu istiyor, ha olsun, ne yapalım?
- گوییی دل گویدی که میل او ** چون درین شد هرچه افتد باش گو