- Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna katî bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkan yoktu.
- آن دلیل قاطعی بد بر فساد ** وز قضا آن را نکرد او اعتداد
- Kaza ve kader hükmünü işleyecekti. Onun için Yakup da bu kadar nişaneler gördüğü halde yine de Yusuf’u gönderdi.
- در گذشت از وی نشانی آنچنان ** که قضا در فلسفه بود آن زمان
- Körün, kuyuya düşmesine şaşılmaz, fakat yolu gören de düşer, buna şaşılır işte.
- این عجب نبود که کور افتد به چاه ** بوالعجب افتادن بینای راه
- Bu kaza ve kaderin çeşit çeşit işleri vardır. Adamın gözünü, Tanrı nasıl dilerse öyle bağlar. 2760
- این قضا را گونه گون تصریفهاست ** چشمبندش یفعلالله ما یشاست
- Gönül hilesini hem bilir, hem bilmez. Mührünü vurmak için demiri bile yumuşatır, muma döndürür.
- هم بداند هم نداند دل فنش ** موم گردد بهر آن مهر آهنش
- Gönül derdi ki: Mademki Tanrı taktiri böyle, bunu istiyor, ha olsun, ne yapalım?
- گوییی دل گویدی که میل او ** چون درین شد هرچه افتد باش گو
- Kendisini bundan gafil tutmaktaydı. Can da, onun ipiyle bağlanmış kalmıştı.
- خویش را زین هم مغفل میکند ** در عقالش جان معقل میکند
- O yüce kişi, taktir yüzünden mat olursa bu, alt olma değildir, Tanrı kazasına uğramadır.
- گر شود مات اندرین آن بوالعلا ** آن نباشد مات باشد ابتلا
- Bir musibet, onu yüzlerce musibetten kurtarır. Bir iniş onu yüceliklere çıkarır. 2765
- یک بلا از صد بلااش وا خرد ** یک هبوطش بر معارجها برد
- Hani ham bir şuh, bir şen adam gibi. Gece içtiği şarap, onu sarhoş etti, yüz binlerce ham kişinin sarhoşluğundan kurtardı.
- خام شوخی که رهانیدش مدام ** از خمار صد هزاران زشت خام