- Gönül hilesini hem bilir, hem bilmez. Mührünü vurmak için demiri bile yumuşatır, muma döndürür.
- هم بداند هم نداند دل فنش ** موم گردد بهر آن مهر آهنش
- Gönül derdi ki: Mademki Tanrı taktiri böyle, bunu istiyor, ha olsun, ne yapalım?
- گوییی دل گویدی که میل او ** چون درین شد هرچه افتد باش گو
- Kendisini bundan gafil tutmaktaydı. Can da, onun ipiyle bağlanmış kalmıştı.
- خویش را زین هم مغفل میکند ** در عقالش جان معقل میکند
- O yüce kişi, taktir yüzünden mat olursa bu, alt olma değildir, Tanrı kazasına uğramadır.
- گر شود مات اندرین آن بوالعلا ** آن نباشد مات باشد ابتلا
- Bir musibet, onu yüzlerce musibetten kurtarır. Bir iniş onu yüceliklere çıkarır. 2765
- یک بلا از صد بلااش وا خرد ** یک هبوطش بر معارجها برد
- Hani ham bir şuh, bir şen adam gibi. Gece içtiği şarap, onu sarhoş etti, yüz binlerce ham kişinin sarhoşluğundan kurtardı.
- خام شوخی که رهانیدش مدام ** از خمار صد هزاران زشت خام
- Nihayet o da pişti, usta oldu, cihanın esirliğinden kurtuldu, hürriyete kavuştu.
- عاقبت او پخته و استاد شد ** جست از رق جهان و آزاد شد
- Zevali olmayan Tanrı şarabını içti, sarhoş oldu. Kendisine her şeyi, herkesi anlayacak bir kabiliyet geldi, halktan kurtuldu.
- از شراب لایزالی گشت مست ** شد ممیز از خلایق باز رست
- Onların gevşek ve taklitçi inanışlarından, görmez gözlerinin gördüğü hayalden halâs oldu.
- ز اعتقاد سست پر تقلیدشان ** وز خیال دیدهی بیدیدشان
- Şaşılacak şey! Onların anlayışı, bu nişanesiz denizin met ve cezrine ne yapabilecek ki? 2770
- ای عجب چه فن زند ادراکشان ** پیش جزر و مد بحر بینشان