- “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
- زان محمد شافع هر داغ بود ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود
- Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
- در شب دنیا که محجوبست شید ** ناظر حق بود و زو بودش امید
- İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
- از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت
- Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
- مر یتیمی را که سرمه حق کشد ** گردد او در یتیم با رشد
- Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular. 2865
- نور او بر ذرهها غالب شود ** آنچنان مطلوب را طالب شود
- Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
- در نظر بودش مقامات العباد ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد
- Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
- آلت شاهد زبان و چشم تیز ** که ز شبخیزش ندارد سر گریز
- Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
- گر هزاران مدعی سر بر زند ** گوش قاضی جانب شاهد کند
- Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır.
- قاضیان را در حکومت این فنست ** شاهد ایشان را دو چشم روشنست
- Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür. 2870
- گفت شاهد زان به جای دیده است ** کو بدیدهی بیغرض سر دیده است