- Düşmanı boynuzlamak için o çayırın etrafını belki yirmi kere döndü, dolaştı. 2930
- بیست بار آن گاو تازد گرد مرج ** تا کند آن خصم را در شاخ درج
- Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi.
- چون ازو نومید گردد گاو نر ** آید آنجا که نهاده بد گهر
- Fakat o iri, o padişahlara lâyık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
- لجم بیند فوق در شاهوار ** پس ز طین بگریزد او ابلیسوار
- Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
- کان بلیس از متن طین کور و کرست ** گاو کی داند که در گل گوهرست
- "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
- اهبطوا افکند جان را در حضیض ** از نمازش کرد محروم این محیض
- Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır. 2935
- ای رفیقان زین مقیل و زان مقال ** اتقوا ان الهوی حیض الرجال
- “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
- اهبطوا افکند جان را در بدن ** تا به گل پنهان بود در عدن
- Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
- تاجرش داند ولیکن گاو نی ** اهل دل دانند و هر گلکاو نی
- İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
- هر گلی که اندر دل او گوهریست ** گوهرش غماز طین دیگریست
- Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
- وان گلی کز رش حق نوری نیافت ** صحبت گلهای پر در بر نتافت