English    Türkçe    فارسی   

6
2931-2940

  • Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi.
  • چون ازو نومید گردد گاو نر  ** آید آنجا که نهاده بد گهر 
  • Fakat o iri, o padişahlara lâyık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
  • لجم بیند فوق در شاه‌وار  ** پس ز طین بگریزد او ابلیس‌وار 
  • Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
  • کان بلیس از متن طین کور و کرست  ** گاو کی داند که در گل گوهرست 
  • "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
  • اهبطوا افکند جان را در حضیض  ** از نمازش کرد محروم این محیض 
  • Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır. 2935
  • ای رفیقان زین مقیل و زان مقال  ** اتقوا ان الهوی حیض الرجال 
  • “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
  • اهبطوا افکند جان را در بدن  ** تا به گل پنهان بود در عدن 
  • Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
  • تاجرش داند ولیکن گاو نی  ** اهل دل دانند و هر گل‌کاو نی 
  • İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
  • هر گلی که اندر دل او گوهریست  ** گوهرش غماز طین دیگریست 
  • Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
  • وان گلی کز رش حق نوری نیافت  ** صحبت گلهای پر در بر نتافت 
  • Bu söze son yoktur. Faremiz, ırmak kıyısında bizi bekliyor, kulağı bizde. 2940
  • این سخن پایان ندارد موش ما  ** هست بر لبهای جو بر گوش ما 
  • Farenin, ırmak kıyısında kurbağayı görmek isteyince ipi çekmesi
  • رجوع کردن به قصه‌ی طلب کردن آن موش آن چغز را لب‌لب جو و کشیدن سر رشته تا چغز را در آب خبر شود از طلب او