- Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti. 3015
- نه هزارش وام بد از زر مگر ** بود در تبریز بدرالدین عمر
- Bu öyle bir erdi ki gönlü âdeta bir denizdi. Her kılı bir Hatem kesilmişti.
- محتسب بد او به دل بحر آمده ** هر سر مویش یکی حاتمکده
- Hatem, dünyada olsa ona yoksul olur, önüne baş kor, ayağına toprak olmayı canına minnet bilirdi.
- حاتم ار بودی گدای او شدی ** سر نهادی خاک پای او شدی
- Birisine bir deniz dolusu iyi su verse o vergisinden utanırdı.
- گر بدادی تشنه را بحری زلال ** در کرم شرمنده بودی زان نوال
- Bir zerreyi doğu güneşi haline getirse bu ihsanı bile kendisine lâyık görmezdi.
- ور بکردی ذرهای را مشرقی ** بودی آن در همتش نالایقی
- O garip, muhtesipten bir kerem umarak gelmişti. Çünkü o, gariplere bir dost, bir hısım olmuştu âdeta. 3020
- بر امید او بیامد آن غریب ** کو غریبان را بدی خویش و نسیب
- O garip kişi de âdeta onun kapısına kapılanmış, ihsanını umarak tekrar borç vermeye başlamıştı.
- با درش بود آن غریب آموخته ** وام بیحد از عطایش توخته
- O kerem sahibine güvenerek, onun vergilerini umarak borçlanmaktaydı.
- هم به پشت آن کریم او وام کرد ** که ببخششهاش واثق بود مرد
- O ümitle bir hayli borca girmede, o huyu kerem ve ihsandan ibaret olan zatın lûtuf denizine dayanarak şundan bundan borç almaktaydı.
- لا ابالی گشته زو و وامجو ** بر امید قلزم اکرامخو
- Borç verenlerin suratları asılıyor, o ise o ululuklar, keremler bahçesinin lûtfuna güvenerek gül gibi gülüyordu.
- وامداران روترش او شادکام ** همچو گل خندان از آن روض الکرام