- Yusuf’la Musa, Tanrı nuruna sahip oldular, yüzlerinde, gönüllerinde o nur parladı.
- یوسف و موسی ز حق بردند نور ** در رخ و رخسار و در ذات الصدور
- Musa’nın yüzü, öyle bir nur saçtı ki nihayet yüzüne bir nikap tutunmaya mecbur oldu.
- روی موسی بارقی انگیخته ** پیش رو او توبره آویخته
- Yüzünün nuru âdeta hücum eden yılanın gözünü zümrüt nasıl alırsa gözleri öyle almaktaydı. 3060
- نور رویش آنچنان بردی بصر ** که زمرد از دو دیدهی مار کر
- Musa, o kuvvetli nuru örtmek üzere Tanrı’dan nikap istedi.
- او ز حق در خواسته تا توبره ** گردد آن نور قوی را ساتره
- Tanrı da o nikabı, yürü, var, kiliminden yap. Çünkü o, emniyet sahibi bir ârifin elbisesidir.
- توبره گفت از گلیمت ساز هین ** کان لباس عارفی آمد امین
- O elbise Tanrı nurundan bir sabra nail olmuştur, dokumasında can nuru vardır.
- کان کسا از نور صبری یافتست ** نور جان در تار و پودش تافتست
- Böyle bir hırkadan başka bir şeyle korunamazsın. Nurumuza, ondan başka hiçbir şey tahammül edemez.
- جز چنین خرقه نخواهد شد صوان ** نور ما را بر نتابد غیر آن
- Kafdağı bile o nura mâni olmaya kalkışsa o nur, Kafdağı’nı da Tur gibi parçalar dedi. 3065
- کوه قاف ار پیش آید بهرسد ** همچو کوه طور نورش بر درد
- Erlerin bedenlerine Tanrı kudretinin yüceliği öyle bir tahammül vermiştir ki neliksiz niteliksiz Tanrı nuruna dayanırlar.
- از کمال قدرت ابدان رجال ** یافت اندر نور بیچون احتمال
- Tur dağının zerresine tahammül etmediği nur, Tanrı kudretiyle bir sırçayı yer eder.
- آنچ طورش بر نتابد ذرهای ** قدرتش جا سازد از قارورهای