- O nikap, hararetli bir ârifin coşkunluk zamanındaki hırkasına benziyordu âdeta.
- گشته بود آن توبره صاحب تفی ** بود وقت شور خرقهی عارفی
- Kav, önce yakılır, alıştırılır da ondan sonra ateş alır.
- زان شود آتش رهین سوخته ** کوست با آتش ز پیش آموخته
- O doğru yolu gösteren nurun aşkıyla Safura, iki gözünü de yele verdi.
- وز هوا و عشق آن نور رشاد ** خود صفورا هر دو دیده باد داد
- Önce bir gözünü kapatıp baktı, Musa’nın gözündeki nuru görünce o gözü uçtu, kör oldu.
- اولا بر بست یک چشم و بدید ** نور روی او و آن چشمش پرید
- Ondan sonra sabrı kalmadı, o gözünü de açıp baktı, öbür gözünü de o ayın uğruna harcadı. 3085
- بعد از آن صبرش نماند و آن دگر ** بر گشاد و کرد خرج آن قمر
- Savaş eri de önce yoksulara ekmek verir. Fakat ibadet nuru ona vurdu mu canını bağışlar.
- همچنان مرد مجاهد نان دهد ** چون برو زد نور طاعت جان دهد
- Bir kadın Safura’ya, “O nergis gibi gözlerin elden gitti, acıklanıyor musun?” diye sordu.
- پس زنی گفتش ز چشم عبهری ** که ز دستت رفت حسرت میخوری
- Safura dedi ki: Yüz binlerce gözüm olsaydı da hepsini feda etseydim. Fakat ne fayda, yok ki! Buna acıklanıyorum.
- گفت حسرت میخورم که صد هزار ** دیده بودی تا همیکردم نثار
- Göz pencerem, ayın nuru ile yıkıldı ama ay, define gibi bu yıkık yeri yurt edindi.
- روزن چشمم ز مه ویران شدست ** لیک مه چون گنج در ویران نشست
- Define, artık bu yıkık yurdu, ev mi, dam mı, düşünmeye vakit bırakır mı? 3090
- کی گذارد گنج کین ویرانهام ** یاد آرد از رواق و خانهام