- Bir kadın Safura’ya, “O nergis gibi gözlerin elden gitti, acıklanıyor musun?” diye sordu.
- پس زنی گفتش ز چشم عبهری ** که ز دستت رفت حسرت میخوری
- Safura dedi ki: Yüz binlerce gözüm olsaydı da hepsini feda etseydim. Fakat ne fayda, yok ki! Buna acıklanıyorum.
- گفت حسرت میخورم که صد هزار ** دیده بودی تا همیکردم نثار
- Göz pencerem, ayın nuru ile yıkıldı ama ay, define gibi bu yıkık yeri yurt edindi.
- روزن چشمم ز مه ویران شدست ** لیک مه چون گنج در ویران نشست
- Define, artık bu yıkık yurdu, ev mi, dam mı, düşünmeye vakit bırakır mı? 3090
- کی گذارد گنج کین ویرانهام ** یاد آرد از رواق و خانهام
- Yusuf sokaktan geçerken yüzünün nuru her evin kafesinden içeri vururdu.
- نور روی یوسفی وقت عبور ** میفتادی در شباک هر قصور
- Evdekiler, Yusuf bir yere gidiyor yine derlerdi.
- پس بگفتندی درون خانه در ** یوسفست این سو به سیران و گذر
- Köşede bucakta oturanlarda duvarda bir nur gördüler mi Yusuf’un geçtiğini anlarlardı.
- زانک بر دیوار دیدندی شعاع ** فهم کردندی پس اصحاب بقاع
- O tarafa penceresi bulunan ev, Yusuf’un geçişişinden ululanır, şeref bulurdu.
- خانهای را کش دریچهست آن طرف ** دارد از سیران آن یوسف شرف
- Hadi Yusuf’un geçeceği tarafa bir pencere aç da oraya otur, seyrine bak! 3095
- هین دریچه سوی یوسف باز کن ** وز شکافش فرجهای آغاز کن
- Âşık olmak, o yana bir pencere açmaktır. Çünkü gönül, dostun cemali ile aydınlanır.
- عشقورزی آن دریچه کردنست ** کز جمال دوست سینه روشنست