- Tebriz’e gül bahçelerinin yurduna yöneldi. Ve gül bahçesinde sırt üstü yatarak ümit uykusuna dalmıştı.
- شد سوی تبریز و کوی گلستان ** خفته اومیدش فراز گل ستان
- Şimdi, yüce Tebriz ülkesinden, o saltanat yurdundan parlayıp aydınlanmakta, nura nur katmaktaydı.
- زد ز دارالملک تبریز سنی ** بر امیدش روشنی بر روشنی
- O erlerin oturduğu bahçeyi görünce canı gülüyor Yusuf’un kokusunu alıyor, vuslat Mısrını duyuyordu.
- جانش خندان شد از آن روضهی رجال ** از نسیم یوسف و مصر وصال
- Dedi ki: Ey deveyi süren, devemi ıhlat, bana yardım geldi, yoksulluğun uçup gitti. 3110
- گفت یا حادی انخ لی ناقتی ** جاء اسعادی و طارت فاقتی
- Çök ey devem, işler güzelleşti. Şüphe yok ki Tebriz, gönüllerin çöktükleri bir yurttur.
- ابرکی یا ناقتی طاب الامور ** ان تبریزا مناخات الصدور
- Ey devem bahçelerin kenarlarında yayıl. Tebriz, bize ne güzel de bir feyiz yeri ya!
- اسرحی یا ناقتی حول الریاض ** ان تبریزا لنا نعم المفاض
- Ey deveci develerin yükünü çöz. Burası Tebriz şehri, gül bahçelerinin bulunduğu yer.
- ساربانا بار بگشا ز اشتران ** شهر تبریزست و کوی گلستان
- Bu bağda cennet parlaklığı, cennet güzelliği var. Bu Tebriz’de arş nuru var.
- فر فردوسیست این پالیز را ** شعشعهی عرشیست این تبریز را
- Her an Tebrizlilere arşın yücesinden cana canlar katan bir koku gelmededir. 3115
- هر زمانی نور روحانگیز جان ** از فراز عرش بر تبریزیان
- O garip, muhtesibin evini arayınca halk dediler ki: O dost, vefat etti.
- چون وثاق محتسب جست آن غریب ** خلق گفتندش که بگذشت آن حبیب