- Kulağına eğilip aşk ve derde ait ne söylediyse söyledi. Kendi gibi onu da baştan çıkardı. 3995
- تا چه گفتش او به گوش از عشق و درد ** همچو خود در حال سرگردانش کرد
- Tebük padişahı da onun elini tuttu, onunla dost oldu. O da onun gibi tahttan, kemerden bezdi.
- دست او بگرفت و با او یار شد ** او هم از تخت و کمر بیزار شد
- Bu iki padişah, uzak, uzak ülkelerin yolunu tuttular. Aşk, zaten bu suçu bir kere yapmamıştır ki.
- تا بلاد دور رفتند این دو شه ** عشق یک کرت نکردست این گنه
- Aşk, büyüklere baldır, çocuklara süt. O, her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.
- بر بزرگان شهد و بر طفلانست شیر ** او بهر کشتی بود من الاخیر
- Bu ikisinden başka daha nice sayısız padişahları aşk, saltanatlarından, ülkelerinden etmiştir.
- غیر این دو بس ملوک بیشمار ** عشقشان از ملک بربود و تبار
- Bu üç şehzadenin canı da Çin ülkesinin etrafında kuşlar gibi tane devşirmeye başladı. 4000
- جان این سه شهبچه هم گرد چین ** همچو مرغان گشته هر سو دانهچین
- Ağızlarını açıp sırlarını söylemeye kudretleri yoktu. Çünkü içlerindeki sır, pek mühim ve pek tehlikeli bir sırdı.
- زهره نی تا لب گشایند از ضمیر ** زانک رازی با خطر بود و خطیر
- O anda yüz binlerce baş bir pulaydı. Kızgın aşk, okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu.
- صد هزاران سر بپولی آن زمان ** عشق خشم آلوده زه کرده کمان
- Aşkın, hoşnutluk zamanında, kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardır ki...
- عشق خود بیخشم در وقت خوشی ** خوی دارد دم به دم خیرهکشی
- Bu hoşnut olduğu zamanda böyle. Artık kızgın olunca neler yapmaz? Ben ne söyleyeyim?
- این بود آن لحظه کو خشنود شد ** من چه گویم چونک خشمآلود شد