- Diyordu ki: Beni nereden ümitlendirdi, nereden mal mülk verdi?
- کر کجا اومیدوارم کرده بود ** وز کجا افشاند بر من سیم و سود
- Bu ne hikmetti ki murat kıblemi başka yerde sandım, yolumu yitirim, neşeli bir halde evimden çıktım.
- این چه حکمت بود که قبلهی مراد ** کردم از خانه برون گمراه و شاد
- Koşa koşa sapıklık yoluna düştüm. Her an dileğimden biraz daha uzaklaşıyormuşum meğerse. 4340
- تا شتابان در ضلالت میشدم ** هر دم از مطلب جداتر میبدم
- Sonradan yine Tanrı, o sapıklığı, keremiyle lütuf haline getirdi, beni doğru yola götürmeye vesile etti.
- باز آن عین ضلالت را به جود ** حق وسیلت کرد اندر رشد و سود
- Sapıklığı iman yolu yapar, eğri gidişi ihsan mahsulünün devşirme çağı kılar.
- گمرهی را منهج ایمان کند ** کژروی را محصد احسان کند
- Bu suretle de hiçbir ihsan sahibinin korkudan emin olmamasını, hiçbir hainin de ricadan el çekmemesini diler.
- تا نباشد هیچ محسن بیوجا ** تا نباشد هیچ خاین بیرجا
- Kendisine gizli lütuf sahibi densin diye zehir içine tiryak gizler.
- اندرون زهر تریاق آن حفی ** کرد تا گویند ذواللطف الخفی
- Namazda bile gizli olmayan lütuf ve keremi, namazda bile bulunmayan o yargılamayı günaha vermiştir. 4345
- نیست مخفی در نماز آن مکرمت ** در گنه خلعت نهد آن مغفرت
- İnkâr edenler, güvenilir, yüce kişileri aşağılamayı kasdettiler. Fakat bu aşağılama, yüceliğin tâ kendisi oldu, mucizelerin zuhuruna sebep kesildi.
- منکران را قصد اذلال ثقات ** ذل شده عز و ظهور معجزات
- Onların inkârdan kasıtları, dini aşağılamaydı; fakat bu aşağılamanın ta kendisi, peygamberlerin yüceliğini izhar etti.
- قصدشان ز انکار ذل دین بده ** عین ذل عز رسولان آمده