- Sonradan yine Tanrı, o sapıklığı, keremiyle lütuf haline getirdi, beni doğru yola götürmeye vesile etti.
- باز آن عین ضلالت را به جود ** حق وسیلت کرد اندر رشد و سود
- Sapıklığı iman yolu yapar, eğri gidişi ihsan mahsulünün devşirme çağı kılar.
- گمرهی را منهج ایمان کند ** کژروی را محصد احسان کند
- Bu suretle de hiçbir ihsan sahibinin korkudan emin olmamasını, hiçbir hainin de ricadan el çekmemesini diler.
- تا نباشد هیچ محسن بیوجا ** تا نباشد هیچ خاین بیرجا
- Kendisine gizli lütuf sahibi densin diye zehir içine tiryak gizler.
- اندرون زهر تریاق آن حفی ** کرد تا گویند ذواللطف الخفی
- Namazda bile gizli olmayan lütuf ve keremi, namazda bile bulunmayan o yargılamayı günaha vermiştir. 4345
- نیست مخفی در نماز آن مکرمت ** در گنه خلعت نهد آن مغفرت
- İnkâr edenler, güvenilir, yüce kişileri aşağılamayı kasdettiler. Fakat bu aşağılama, yüceliğin tâ kendisi oldu, mucizelerin zuhuruna sebep kesildi.
- منکران را قصد اذلال ثقات ** ذل شده عز و ظهور معجزات
- Onların inkârdan kasıtları, dini aşağılamaydı; fakat bu aşağılamanın ta kendisi, peygamberlerin yüceliğini izhar etti.
- قصدشان ز انکار ذل دین بده ** عین ذل عز رسولان آمده
- Kötü kişilerin inkârı olmasaydı mucizenin meydana gelmesine ne lüzum vardı?
- گر نه انکار آمدی از هر بدی ** معجزه و برهان چرا نازل شدی
- İnkâr eden düşman, doğrunun ispatını istemeseydi kadı, tanık istemeye kalkışır mıydı?
- خصم منکر تا نشد مصداقخواه ** کی کند قاضی تقاضای گواه
- Mucize, dâva sahibinin doğruluğunu şüphesiz olarak ispat eden bir tanıktır. 4350
- معجزه همچون گواه آمد زکی ** بهر صدق مدعی در بیشکی