English    Türkçe    فارسی   

6
4386-4395

  • İki kardeşi dediler ki: Canımızda, gökteki yıldızlar gibi yol gösteren öğütler var.
  • آن دو گفتندش که اندر جان ما  ** هست پاسخ‌ها چو نجم اندر سما 
  • Söylemesek oyun, düzgün gelmeyecek. Söylesek gönlün dertlenecek.
  • گر نگوییم آن نیاید راست نرد  ** ور بگوییم آن دلت آید به درد 
  • Söyleme yüzünden sudaki kurbağa gibi elemlere düştük. Susma yüzünden de dertleniyor, âdeta boğuluyoruz.
  • هم‌چو چغزیم اندر آب از گفت الم  ** وز خموشی اختناقست و سقم 
  • Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
  • گر نگوییم آتشی را نور نیست  ** ور بگوییم آن سخن دستور نیست 
  • Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de. 4390
  • در زمان برجست کای خویشان وداع  ** انما الدنیا و ما فیها متاع 
  • Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
  • پس برون جست او چو تیری از کمان  ** که مجال گفت کم بود آن زمان 
  • Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
  • اندر آمد مست پیش شاه چین  ** زود مستانه ببوسید او زمین 
  • Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
  • شاه را مکشوف یک یک حالشان  ** اول و آخر غم و زلزالشان 
  • Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
  • میش مشغولست در مرعای خویش  ** لیک چوپان واقفست از حال میش 
  • "Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır. 4395
  • کلکم راع بداند از رمه  ** کی علف‌خوارست و کی در ملحمه