- Söylemesek oyun, düzgün gelmeyecek. Söylesek gönlün dertlenecek.
- گر نگوییم آن نیاید راست نرد ** ور بگوییم آن دلت آید به درد
- Söyleme yüzünden sudaki kurbağa gibi elemlere düştük. Susma yüzünden de dertleniyor, âdeta boğuluyoruz.
- همچو چغزیم اندر آب از گفت الم ** وز خموشی اختناقست و سقم
- Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
- گر نگوییم آتشی را نور نیست ** ور بگوییم آن سخن دستور نیست
- Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de. 4390
- در زمان برجست کای خویشان وداع ** انما الدنیا و ما فیها متاع
- Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
- پس برون جست او چو تیری از کمان ** که مجال گفت کم بود آن زمان
- Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
- اندر آمد مست پیش شاه چین ** زود مستانه ببوسید او زمین
- Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
- شاه را مکشوف یک یک حالشان ** اول و آخر غم و زلزالشان
- Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
- میش مشغولست در مرعای خویش ** لیک چوپان واقفست از حال میش
- "Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır. 4395
- کلکم راع بداند از رمه ** کی علفخوارست و کی در ملحمه
- Görünüşte sürüden uzaktadır ama tef gibi düğünün içindedir.
- گرچه در صورت از آن صف دور بود ** لیک چون دف در میان سور بود