- Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
 
		    - میش مشغولست در مرعای خویش  ** لیک چوپان واقفست از حال میش 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - "Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır.   4395
 
		    - کلکم راع بداند از رمه  ** کی علفخوارست و کی در ملحمه 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Görünüşte sürüden uzaktadır ama tef gibi düğünün içindedir.
 
		    - گرچه در صورت از آن صف دور بود  ** لیک چون دف در میان سور بود 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Onların yanışından, alevinden haberdardır. Yalnız öylece durması lâzımdır da onun için aldırmaz gibi görünür.
 
		    - واقف از سوز و لهیب آن وفود  ** مصلحت آن بد که خشک آورده بود 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - O yüce padişah da onların içindeydi âdeta. Fakat mahsustan kendisini bilmiyor göstermekteydi.
 
		    - در میان جانشان بود آن سمی  ** لک قاصد کرده خود را اعجمی 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Tencerenin sonu, ateşin görünüşüne bağlıdır. Fakat ateşin mânası, hakikati, tesiri, tencerenin canındadır.
 
		    - صورت آتش بود پایان دیگ  ** معنی آتش بود در جان دیگ 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
	         
		 
		 
		    
		    - Sureti dışardadır, mânası içerde. Candan sevilen sevgilinin hakikati, kan gibi damarların içindedir.   4400
 
		    - صورتش بیرون و معنیش اندرون  ** معنی معشوق جان در رگ چو خون 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Şehzade, padişahın huzurunda diz çöktü. On tane muarrif, onun halini anlatmaya koyuldu.
 
		    - شاهزاده پیش شه زانو زده  ** ده معرف شارح حالش شده 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Padişah, önceden onu, geçirdiği ahvali tamamiyle biliyordu ama muarrif de kendisine verilen vazifeyi yapmaktaydı.
 
		    - گرچه شه عارف بد از کل پیش پیش  ** لیک میکردی معرف کار خویش 
 
		  
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		 
		 
		    
		    - Ey temiz adam, gönlündeki bir zerre irfan nuru, yüzlerce muarriften iyidir.
 
		    - در درون یک ذره نور عارفی  ** به بود از صد معرف ای صفی