English    Türkçe    فارسی   

6
4639-4648

  • Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
  • Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu. 4640
  • Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
  • Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
  • Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
  • Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
  • Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü. 4645
  • Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
  • O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
  • Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.