English    Türkçe    فارسی   

2
1002-1026

  • Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
  • این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیده‏ای باید منور نیک نیک‏
  • Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
  • شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
  • Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
  • گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست‏
  • Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. 1005
  • چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام‏
  • “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
  • گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
  • Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
  • ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همی‏گوید برای تو فلان‏
  • O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
  • شاد گشتی هر که رویت دیده‏یی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی‏
  • Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
  • گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه‏
  • Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi. 1010
  • گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد
  • Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
  • خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
  • Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
  • کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت‏
  • Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
  • کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود
  • Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ Kâfi” dedi.
  • چون دمادم کرد هجوش چون جرس ** دست بر لب زد شهنشاهش که بس‏
  • “Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş, onun ağzı. 1015
  • گفت دانستم ترا از وی بدان ** از تو جان گنده ست و از یارت دهان‏
  • Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O âmir olsun, sen onun memuru ol!”
  • پس نشین ای گنده جان از دور تو ** تا امیر او باشد و مأمور تو
  • Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındadır” dediler.
  • در حدیث آمد که تسبیح از ریا ** همچو سبزه‏ی گولخن دان ای کیا
  • “Riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi!
  • پس بدان که صورت خوب و نکو ** با خصال بد نیرزد یک تسو
  • Güzel ve iyi suret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akça bile değmez!
  • ور بود صورت حقیر و ناپذیر ** چون بود خلقش نکو در پاش میر
  • Bil ki zahiri suret yok olur, fakat mana âlemi ebedidir, kalır. 1020
  • صورت ظاهر فنا گردد بدان ** عالم معنی بماند جاودان‏
  • Testinin suretiyle ne vakte dek oynayıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü.
  • چند بازی عشق با نقش سبو ** بگذر از نقش سبو رو آب جو
  • Suretini gördün ama manadan gafilsin. Akıllıysan sedeften bir inci seç, çıkar.
  • صورتش دیدی ز معنی غافلی ** از صدف دری گزین گر عاقلی‏
  • Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi can denizinden diriyse de,
  • این صدفهای قوالب در جهان ** گر چه جمله زنده‏اند از بحر جان‏
  • Her sedefte inci bulunmaz, gözünü aç da her birinin içine bak!
  • لیک اندر هر صدف نبود گهر ** چشم بگشا در دل هر یک نگر
  • Onda ne var, bunda ne var? Onu anla. Çünkü o değerli inci nadir bulunur. 1025
  • کان چه دارد وین چه دارد می‏گزین ** ز انکه کمیاب است آن در ثمین‏
  • Surete talip olursan (bu şuna benzer:) bir dağ, görünüşte büyüklük bakımından lâl’in yüzlerce mislidir.
  • گر به صورت می‏روی کوهی به شکل ** در بزرگی هست صد چندان که لعل‏