English    Türkçe    فارسی   

2
1619-1643

  • Allah hükmedicidir, dilediğini yapar. Derdin ta kendisinden deva yaratır.
  • حاکم است و یفعل الله ما یشاء ** کاو ز عین درد انگیزد دوا
  • Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır, bulandırır, ağırlaştırır. 1620
  • گر هوا و نار را سفلی کند ** تیرگی و دردی و ثقلی کند
  • Yeri ve suyu yüceltirse kâinat yolunu ayaklarıyla arşınlarlar, yürürler.
  • ور زمین و آب را علوی کند ** راه گردون را بپا مطوی کند
  • Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der.
  • پس یقین شد که تعز من تشاء ** خاکیی را گفت پرها بر گشا
  • Ateşe mensup olana der ki: “ Yürü, İblis ol, yedinci kat yerin altında şeytanlık et.
  • آتشی را گفت رو ابلیس شو ** زیر هفتم خاک با تلبیس شو
  • Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç. Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin dibine git.
  • آدم خاکی برو تو بر سها ** ای بلیس آتشی رو تا ثری‏
  • Ben dört tabiat ve illet-i şlâ değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve Daimîyim. 1625
  • چار طبع و علت اولی نی‏ام ** در تصرف دایما من باقی‏ام‏
  • İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı olamaz.
  • کار من بی‏علت است و مستقیم ** هست تقدیرم نه علت ای سقیم‏
  • Bir vakit olur, âdetimi değiştirir. Bir vakit olur, bu tozu yatıştırırım.
  • عادت خود را بگردانم به وقت ** این غبار از پیش بنشانم به وقت‏
  • Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.
  • بحر را گویم که هین پر نار شو ** گویم آتش را که رو گلزار شو
  • Dağa derim ki: “Pamuk gibi hafifleş!” Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün”
  • کوه را گویم سبک شو همچو پشم ** چرخ را گویم فرو در پیش چشم‏
  • Güneşe “Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm. 1630
  • گویم ای خورشید مقرون شو به ماه ** هر دو را سازم چو دو ابر سیاه‏
  • Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm”
  • چشمه‏ی خورشید را سازیم خشک ** چشمه‏ی خون را به فن سازیم مشک‏
  • Allah, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.
  • آفتاب و مه چو دو گاو سیاه ** یوغ بر گردن ببنددشان اله‏
  • Filozofun “İn asbaha mâüküm gavra”yı inkâr etmesi
  • انکار فلسفی بر قرائت إن أصبح ماؤکم غورا
  • Kuran okuyan biri, Kuran’dan “Mâüküm gavra” yani “Suyu kaynağından keser,
  • مقریی می‏خواند از روی کتاب ** ماؤکم غورا ز چشمه بندم آب‏
  • Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,
  • آب را در غورها پنهان کنم ** چشمه‏ها را خشک و خشکستان کنم‏
  • Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Allahtan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini okuyordu. 1635
  • آب را در چشمه کی آرد دگر ** جز من بی‏مثل با فضل و خطر
  • Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken,
  • فلسفی منطقی مستهان ** می‏گذشت از سوی مکتب آن زمان‏
  • Bu ayeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.
  • چون که بشنید آیت او از ناپسند ** گفت آریم آب را ما با کلند
  • Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”
  • ما بزخم بیل و تیزی تبر ** آب را آریم از پستی ز بر
  • Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.
  • شب بخفت و دید او یک شیر مرد ** زد طپانچه هر دو چشمش کور کرد
  • Dedi ki: “Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nurlandır” 1640
  • گفت زین دو چشمه‏ی چشم ای شقی ** با تبر نوری بر آر ار صادقی‏
  • Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!
  • روز بر جست و دو چشم کور دید ** نور فایض از دو چشمش ناپدید
  • Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
  • گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی‏
  • Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
  • لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست‏