English    Türkçe    فارسی   

2
1967-1991

  • Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür.
  • آن شرر گر در زمان واپس‏تر است ** در صفت از سنگ و آهن برتر است‏
  • Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.
  • در زمان شاخ از ثمر سابق‏تر است ** در هنر از شاخ او فایق‏تر است‏
  • Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir.
  • چون که مقصود از شجر آمد ثمر ** پس ثمر اول بود و آخر شجر
  • Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı. 1970
  • خرس چون فریاد کرد از اژدها ** شیر مردی کرد از جنگش جدا
  • Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.
  • حیلت و مردی بهم دادند پشت ** اژدها را او بدین قوت بکشت‏
  • Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!
  • اژدها را هست قوت حیله نیست ** نیز فوق حیله‏ی تو حیله‏ای است‏
  • Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
  • حیله‏ی خود را چو دیدی باز رو ** کز کجا آمد سوی آغاز رو
  • Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi, var gözünü yüceliklere dik.
  • هر چه در پستی است آمد از علا ** چشم را سوی بلندی نه هلا
  • Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. 1975
  • روشنی بخشد نظر اندر علی ** گر چه اول خیرگی آرد بلی‏
  • Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!
  • چشم را در روشنایی خوی کن ** گر نه خفاشی نظر آن سوی کن‏
  • Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.
  • عاقبت بینی نشان نور تست ** شهوت حالی حقیقت گور تست‏
  • Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez.
  • عاقبت بینی که صد بازی بدید ** مثل آن نبود که یک بازی شنید
  • Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
  • ز آن یکی بازی چنان مغرور شد ** کز تکبر ز اوستادان دور شد
  • Sâmirî gibi. O, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti. 1980
  • سامری‏وار آن هنر در خود چو دید ** او ز موسی از تکبر سر کشید
  • Hâlbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu.
  • او ز موسی آن هنر آموخته ** وز معلم چشم را بر دوخته‏
  • Hulâsa Musa da başka bir oyun etti; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
  • لاجرم موسی دگر بازی نمود ** تا که آن بازی و جانش را ربود
  • Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
  • ای بسا دانش که اندر سر دود ** تا شود سرور بدان خود سر رود
  • Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın!
  • سر نخواهی که رود تو پای باش ** در پناه قطب صاحب رای باش‏
  • Şah bile olsan kendini ondan üstün görme. Bal bile olsan onun otundan başka bir şey devşirme. 1985
  • گر چه شاهی خویش فوق او مبین ** گر چه شهدی جز نبات او مچین‏
  • Senin fikrin surettir, onun ki can. Senin paran kalptir, onunki maden.
  • فکر تو نقش است و فکر اوست جان ** نقد تو قلب است و نقد اوست کان‏
  • O, sensin. Kendini onda ara. “Kû, Kû- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol!
  • او تویی خود را بجو در اوی او ** کو و کو گو فاخته شو سوی او
  • Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya benzersin.
  • ور نخواهی خدمت ابنای جنس ** در دهان اژدهایی همچو خرس‏
  • Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.
  • بو که استادی رهاند مر ترا ** و ز خطر بیرون کشاند مر ترا
  • Mademki gücün kuvvetin yok, ağlayıp inle! Madem ki körsün.. yol görenden baş çekme! 1990
  • زاریی می‏کن چو زورت نیست هین ** چون که کوری سر مکش از راه بین‏
  • Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu.
  • تو کم از خرسی نمی‏نالی ز درد ** خرس رست از درد چون فریاد کرد