English    Türkçe    فارسی   

2
219-243

  • Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
  • رفت خادم جانب اوباش چند ** کرد بر اندرز صوفی ریش‏خند
  • Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı: 220
  • صوفی از ره مانده بود و شد دراز ** خوابها می‏دید با چشم فراز
  • Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
  • کان خرش در چنگ گرگی مانده بود ** پاره‏ها از پشت و رانش می‏ربود
  • Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
  • گفت لاحول این چه مالیخولیاست ** ای عجب آن خادم مشفق کجاست‏
  • Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
  • باز می‏دید آن خرش در راه رو ** گه به چاهی می‏فتاد و گه به گو
  • Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
  • گونه‏گون می‏دید ناخوش واقعه ** فاتحه می‏خواند او و القارعه‏
  • “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi. 225
  • گفت چاره چیست یاران جسته‏اند ** رفته‏اند و جمله درها بسته‏اند
  • Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
  • باز می‏گفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک‏
  • Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
  • من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین‏
  • Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
  • هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
  • Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
  • باز می‏گفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
  • İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler. 230
  • آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همی‏خواهد مر او را مرگ و درد
  • Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
  • گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است‏
  • Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
  • باز می‏گفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست‏
  • Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
  • باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست‏
  • Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
  • صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان‏
  • Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur. 235
  • آن خر مسکین میان خاک و سنگ ** کژ شده پالان دریده پالهنگ‏
  • Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz, gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
  • خسته از ره جمله‏ی شب بی‏علف ** گاه در جان کندن و گه در تلف‏
  • Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
  • خر همه شب ذکر می‏کرد ای اله ** جو رها کردم کم از یک مشت کاه‏
  • Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
  • با زبان حال می‏گفت ای شیوخ ** رحمتی که سوختم زین خام شوخ‏
  • O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
  • آن چه آن خر دید از رنج و عذاب ** مرغ خاکی بیند اندر سیل آب‏
  • Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı. 240
  • بس به پهلو گشت آن شب تا سحر ** آن خر بی‏چاره از جوع البقر
  • Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
  • روز شد خادم بیامد بامداد ** زود پالان جست بر پشتش نهاد
  • Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
  • خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ می‏سزد
  • Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
  • خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش‏
  • Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
  • گمان بردن کاروانیان که بهمیه‌ای صوفی رنجور است