English    Türkçe    فارسی   

2
2873-2897

  • Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.
  • چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
  • Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.
  • راستان را حاجت سوگند نیست ** ز انکه ایشان را دو چشم روشنی است‏
  • Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir. 2875
  • نقض میثاق و عهود از احمقی است ** حفظ ایمان و وفا کار تقی است‏
  • Peygamber dedi ki : “Sizin yemininize mi inanayım, Allah’ın yeminine mi?”
  • گفت پیغمبر که سوگند شما ** راست گیرم یا که سوگند خدا
  • Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının orucuyla yemin etmeye giriştiler.
  • باز سوگند دگر خوردند قوم ** مصحف اندر دست و بر لب مهر صوم‏
  • “Bu doğru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.
  • که به حق این کلام پاک راست ** کان بنای مسجد از بهر خداست‏
  • Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’yı anacak, doğru bir yürekle Allah’ya ibadet edeceğiz” dediler.
  • اندر آن جا هیچ مکر و حیله نیست ** اندر آن جا ذکر و صدق و یا ربی است‏
  • Peygamber dedi ki: “Allah’ın sesi, kulağına diğer sesler gibi gelmekte. 2880
  • گفت پیغمبر که آواز خدا ** می‏رسد در گوش من همچون صدا
  • Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
  • مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق‏
  • İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
  • نک صریح آواز حق می‏آیدم ** همچو صاف از درد می‏پالایدم‏
  • Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
  • همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت‏
  • “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
  • از درخت إنی أنا الله می‏شنید ** با کلام انوار می‏آمد پدید
  • Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular. 2885
  • چون ز نور وحی در می‏ماندند ** باز نو سوگندها می‏خواندند
  • Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
  • چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
  • Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
  • باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح‏
  • Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
  • اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمی‏کند
  • Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
  • تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول‏
  • Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
  • که چنین پیران با شیب و وقار ** می‏کندشان این پیمبر شرمسار
  • Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi? 2890
  • کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا
  • Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
  • باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
  • Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
  • شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق‏
  • Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
  • باز می‏زارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
  • Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
  • دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم‏
  • Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü. 2895
  • اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود
  • Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
  • سنگهاش اندر حدث جای تباه ** می‏دمید از سنگها دود سیاه‏
  • Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
  • دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست‏