- Eshabı Kehf’in köpeği gibi… Pis şeyden kurtulunca padişahlar sofrasının başına oturdu.
- چون سگ کهفی که از مردار رست ** بر سر خوان شهنشاهان نشست
- Mağaranın önünde kıyamete kadar dağarcıksız, heybesiz ârifcesine rahmet lokmasını, rahmet suyunu yiyip içmekte.
- تا قیامت میخورد او پیش غار ** آب رحمت عارفانه بی تغار
- Nice köpek postuna bürünmüş adsız sansız kişiler var ki perde ardında şarapsız kalmazlar. 210
- ای بسا سگپوست کو را نام نیست ** لیک اندر پرده بی آن جام نیست
- Oğul, bu şarap, için can ver. Savaşsız, sabırsız yenme olur mu hiç?
- جان بده از بهر این جام ای پسر ** بی جهاد و صبر کی باشد ظفر
- Bunun için sabır güç bir şey değildir. Sabret, sabır, güçlüklerin, sıkıntıların anahtarıdır.
- صبر کردن بهر این نبود حرج ** صبر کن کالصبر مفتاح الفرج
- Bu pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kimse kurtulmadı. Sabır da ihtiyatın eli ayağıdır.
- زین کمین بی صبر و حزمی کس نرست ** حزم را خود صبر آمد پا و دست
- İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme. İhtiyata riayet, peygamberlerin kuvvetinden, nurundandır.
- حزم کن از خورد کین زهرین گیاست ** حزم کردن زور و نور انبیاست
- Her yelden oynayıp duran samandır. Dağ, hiç yele ehemmiyet verir mi? 215
- کاه باشد کو به هر بادی جهد ** کوه کی مر باد را وزنی نهد
- Her yanda bir gulyabani, seni çağırır, “Kardeş, gel, yol istiyorsan işte buracıkta.
- هر طرف غولی همیخواند ترا ** کای برادر راه خواهی هین بیا
- Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben sana kılavuzum” der.
- ره نمایم همرهت باشم رفیق ** من قلاووزم درین راه دقیق
- Fakat ne kılavuzdur o, ne de yol bilir. Yusuf, o kurt huylunun yanına az var!
- نه قلاوزست و نه ره داند او ** یوسفا کم رو سوی آن گرگخو
- İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, bu âlemin tuzakları, hileleri aldatmasın.
- حزم این باشد که نفریبد ترا ** چرب و نوش و دامهای این سرا
- Çünkü bu âlemin ne tadı vardı, ne tuzu. Sihir okur da kulağına üfler durur. 220
- که نه چربش دارد و نه نوش او ** سحر خواند میدمد در گوش او
- “Ey nur gibi apaydın adam, ev senin sen de benimsin” der.
- که بیا مهمان ما ای روشنی ** خانه آن تست و تو آن منی
- İhtiyat ona derler ki “Midem dolgun tokum”, yahut “Hastayım, bu mezardan hastalandım”,
- حزم آن باشد که گویی تخمهام ** یا سقیمم خستهی این دخمهام
- Yâhut “ Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak” yahut da “ Benim dayımın oğlu çağırdı, davetliyim” deyip başından savasın.
- یا سرم دردست درد سر ببر ** یا مرا خواندست آن خالو پسر
- Çünkü bir şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar, bereler meydana getirir.
- زانک یک نوشت دهد با نیشها ** که بکارد در تو نوشش ریشها
- Sana elli, altmış bile verse ey balık, o verdiği şey, oltada ettir. 225
- زر اگر پنجاه اگر شصتت دهد ** ماهیا او گوشت در شستت دهد
- Verdi, farz edelim, fakat o hilebaz nereden verecek? Hilebazın sözü çürümüş cevizdir.
- گر دهد خود کی دهد آن پر حیل ** جوز پوسیدست گفتار دغل
- Onun gürültüsü aklını alır, beynini altüst eder. Yüz binlerce aklı bile bir pula saymaz.
- ژغژغ آن عقل و مغزت را برد ** صد هزاران عقل را یک نشمرد
- Dostun, kesendir, hurcundur, Ramin’sen Vise’den başkasını arama.
- یار تو خرجین تست و کیسهات ** گر تو رامینی مجو جز ویسهات
- Vise de sensin, mâşukun da sen. Bu zâhiri şeylerin hepsi sana âfettir.
- ویسه و معشوق تو هم ذات تست ** وین برونیها همه آفات تست
- İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin. 230
- حزم آن باشد که چون دعوت کنند ** تو نگویی مست و خواهان منند
- Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi örter durur.
- دعوت ایشان صفیر مرغ دان ** که کند صیاد در مکمن نهان
- Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
- مرغ مرده پیش بنهاده که این ** میکند این بانگ و آواز و حنین