English    Türkçe    فارسی   

3
216-240

  • Her yanda bir gulyabani, seni çağırır, “Kardeş, gel, yol istiyorsan işte buracıkta.
  • هر طرف غولی همی‌خواند ترا ** کای برادر راه خواهی هین بیا
  • Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben sana kılavuzum” der.
  • ره نمایم همرهت باشم رفیق ** من قلاووزم درین راه دقیق
  • Fakat ne kılavuzdur o, ne de yol bilir. Yusuf, o kurt huylunun yanına az var!
  • نه قلاوزست و نه ره داند او ** یوسفا کم رو سوی آن گرگ‌خو
  • İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, bu âlemin tuzakları, hileleri aldatmasın.
  • حزم این باشد که نفریبد ترا ** چرب و نوش و دامهای این سرا
  • Çünkü bu âlemin ne tadı vardı, ne tuzu. Sihir okur da kulağına üfler durur. 220
  • که نه چربش دارد و نه نوش او ** سحر خواند می‌دمد در گوش او
  • “Ey nur gibi apaydın adam, ev senin sen de benimsin” der.
  • که بیا مهمان ما ای روشنی ** خانه آن تست و تو آن منی
  • İhtiyat ona derler ki “Midem dolgun tokum”, yahut “Hastayım, bu mezardan hastalandım”,
  • حزم آن باشد که گویی تخمه‌ام ** یا سقیمم خسته‌ی این دخمه‌ام
  • Yâhut “ Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak” yahut da “ Benim dayımın oğlu çağırdı, davetliyim” deyip başından savasın.
  • یا سرم دردست درد سر ببر ** یا مرا خواندست آن خالو پسر
  • Çünkü bir şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar, bereler meydana getirir.
  • زانک یک نوشت دهد با نیشها ** که بکارد در تو نوشش ریشها
  • Sana elli, altmış bile verse ey balık, o verdiği şey, oltada ettir. 225
  • زر اگر پنجاه اگر شصتت دهد ** ماهیا او گوشت در شستت دهد
  • Verdi, farz edelim, fakat o hilebaz nereden verecek? Hilebazın sözü çürümüş cevizdir.
  • گر دهد خود کی دهد آن پر حیل ** جوز پوسیدست گفتار دغل
  • Onun gürültüsü aklını alır, beynini altüst eder. Yüz binlerce aklı bile bir pula saymaz.
  • ژغژغ آن عقل و مغزت را برد ** صد هزاران عقل را یک نشمرد
  • Dostun, kesendir, hurcundur, Ramin’sen Vise’den başkasını arama.
  • یار تو خرجین تست و کیسه‌ات ** گر تو رامینی مجو جز ویسه‌ات
  • Vise de sensin, mâşukun da sen. Bu zâhiri şeylerin hepsi sana âfettir.
  • ویسه و معشوق تو هم ذات تست ** وین برونیها همه آفات تست
  • İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin. 230
  • حزم آن باشد که چون دعوت کنند ** تو نگویی مست و خواهان منند
  • Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi örter durur.
  • دعوت ایشان صفیر مرغ دان ** که کند صیاد در مکمن نهان
  • Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
  • مرغ مرده پیش بنهاده که این ** می‌کند این بانگ و آواز و حنین
  • Kuşlar… Onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer.
  • مرغ پندارد که جنس اوست او ** جمع آید بر دردشان پوست او
  • Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
  • جز مگر مرغی که حزمش داد حق ** تا نگردد گیج آن دانه و ملق
  • İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Bunu anlatan şu hikâyeyi de dinle. 235
  • هست بی حزمی پشیمانی یقین ** بشنو این افسانه را در شرح این
  • Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye çağırması
  • فریفتن روستایی شهری را و بدعوت خواندن بلابه و الحاح بسیار
  • Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı.
  • ای برادر بود اندر ما مضی ** شهریی با روستایی آشنا
  • Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu.
  • روستایی چون سوی شهر آمدی ** خرگه اندر کوی آن شهری زدی
  • İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkânına geçer oturur, sofrasına çökerdi.
  • دو مه و سه ماه مهمانش بدی ** بر دکان او و بر خوانش بدی
  • Şehirli, köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer koşardı.
  • هر حوایج را که بودش آن زمان ** راست کردی مرد شهری رایگان
  • Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: “A efendim, sen hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana çıkmaz mısın? 240
  • رو به شهری کرد و گفت ای خواجه تو ** هیچ می‌نایی سوی ده فرجه‌جو