English    Türkçe    فارسی   

3
2773-2797

  • Uzuvlarla bedenler tam uygundur… Huylarla canlar, tam birbirine denktir.
  • شد مناسب عضوها و ابدانها ** شد مناسب وصفها با جانها
  • Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’tır.
  • وصف هر جانی تناسب باشدش ** بی گمان با جان که حق بتراشدش
  • Allah, mademki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil! 2775
  • چون صفت با جان قرین کردست او ** پس مناسب دانش همچون چشم و رو
  • Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’ın yazdığı harfler birbirine tam münasip!
  • شد مناسب وصفها در خوب و زشت ** شد مناسب حرفها که حق نبشت
  • Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de Allah’ın iki parmağı arasında!
  • دیده و دل هست بین اصبعین ** چون قلم در دست کاتب ای حسین
  • Gönül kalemi, lütuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar.
  • اصبع لطفست و قهر و در میان ** کلک دل با قبض و بسطی زین بنان
  • Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da gör!
  • ای قلم بنگر گر اجلالیستی ** که میان اصبعین کیستی
  • Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lütfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yeridir. 2780
  • جمله قصد و جنبشت زین اصبعست ** فرق تو بر چار راه مجمعست
  • Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana gelmekte… bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun iradesiyle, onun takdiriyle!
  • این حروف حالهات از نسخ اوست ** عزم و فسخت هم ز عزم و فسخ اوست
  • Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez.
  • جز نیاز و جز تضرع راه نیست ** زین تقلب هر قلم آگاه نیست
  • Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de!
  • این قلم داند ولی بر قدر خود ** قدر خود پیدا کند در نیک و بد
  • Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
  • آنچ در خرگوش و پیل آویختند ** تا ازل را با حیل آمیختند
  • Herkes, misal getiremez, hele bu misal, Allah işine ait olursa
  • بیان آنک هر کس را نرسد مثل آوردن خاصه در کار الهی
  • Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi, 2785
  • کی رسدتان این مثلها ساختن ** سوی آن درگاه پاک انداختن
  • Misal getirmek, Allah’ın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır.
  • آن مثل آوردن آن حضرتست ** که بعلم سر و جهر او آیتست
  • Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
  • تو چه دانی سر چیزی تا تو کل ** یا به زلفی یا به رخ آری مثل
  • Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
  • موسیی آن را عصا دید و نبود ** اژدها بد سر او لب می‌گشود
  • Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?
  • چون چنان شاهی نداند سر چوب ** تو چه دانی سر این دام و حبوب
  • Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur. 2790
  • چون غلط شد چشم موسی در مثل ** چون کند موشی فضولی مدخل
  • O misal bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
  • آن مثالت را چو اژدرها کند ** تا به پاسخ جزو جزوت بر کند
  • İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melun oldu.
  • این مثال آورد ابلیس لعین ** تا که شد ملعون حق تا یوم دین
  • Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti.
  • این مثال آورد قارون از لجاج ** تا فرو شد در زمین با تخت و تاج
  • Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… Onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
  • این مثالت را چو زاغ و بوم دان ** که ازیشان پست شد صد خاندان
  • Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi
  • مثلها زدن قوم نوح باستهزا در زمان کشتی ساختن
  • Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar. 2795
  • نوح اندر بادیه کشتی بساخت ** صد مثل‌گو از پی تسخیر بتاخت
  • “Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz aptal!” dediler.
  • در بیابانی که چاه آب نیست ** می‌کند کشتی چه نادان و ابلهیست
  • Biri diyordu ki. “Gemi, hadi yürü koş!” Öbürü diyordu ki: “Bu gemiye bir de kanat tak!”
  • آن یکی می‌گفت ای کشتی بتاز ** و آن یکی می‌گفت پرش هم بساز