English    Türkçe    فارسی   

3
2993-3017

  • Kerem sahibine ikramda bulundun mu bu ikram, ona ibadet yeridir, ikrama uğradıkça şükreder. Alçağı da aşağılattın, alçağa da kötülük ettin mi onu ibadete sevk edersin.
  • معبد مرد کریم اکرمته ** معبد مرد لیم اسقمته
  • Vur alçakların başına ki yere baş koysunlar… Ver kerem sahiplerine ki ihsanına mazhar oldukça şükretsinler!
  • مر لیمان را بزن تا سر نهند ** مر کریمان را بده تا بر دهند
  • Hulâsa Allah iki mescit yaratmıştır: Cehennem onların mescidi, cennet bunların! 2995
  • لاجرم حق هر دو مسجد آفرید ** دوزخ آنها را و اینها را مزید
  • Musa, o iç ağrısı kavim, başlarını eğsin diye Kudüs’te alçacık bir kapı yaptırdı.
  • ساخت موسی قدس در باب صغیر ** تا فرود آرند سر قوم زحیر
  • Çünkü onlar cebbar, başı dik kişilerdi. Onlara bu küçücük, bu alçacık kapı, niyaz kapısıdır, cehennemdir!
  • زآنک جباران بدند و سرفراز ** دوزخ آن باب صغیرست و نیاز
  • Allah, padişahların suretini Hakk’a tabi olmayanları yola getirmek için halk etmiştir. Nitekim Musa aleyhisselâm da Kudüs kalesinin duvarına dik başlı cebbarlar eğilerek girsinler ve girerken secde ederek, Yarabbi günahlarımızı al bizden, desinler diye küçücük, alçacık bir kapı yaptı
  • بیان آنک حق تعالی صورت ملوک را سبب مسخر کردن جباران کی مسخر حق نباشند ساخته است چنانک موسی علیه السلام باب صغیر ساخت بر ربض قدس جهت رکوع جباران بنی اسرائیل وقت در آمدن کی ادخلوا الباب سجدا و قولوا حطة
  • İyi bak, kendine gel! Allah, padişahları etten, kemikten küçücük bir kapı olarak halk etti ya.
  • آنچنانک حق ز گوشت و استخوان ** از شهان باب صغیری ساخت هان
  • Dünya ehli olanlar, onlara secde ederler. Çünkü Allah’a secde etmenin düşmanıdır onlar!
  • اهل دنیا سجده‌ی ایشان کنند ** چونک سجده‌ی کبریا را دشمنند
  • Dünya ehline bir fışkı yerceğizini mihrap düzdü… O mihrabın adı da bey, padişah! 3000
  • ساخت سرگین‌دانکی محرابشان ** نام آن محراب میر و پهلوان
  • Bu tertemiz kapıya lâyık değilsiniz ki… Temiz kişiler, şeker kamışıdır, sizse bomboş birer kamıştan ibaretsiniz.
  • لایق این حضرت پاکی نه‌اید ** نیشکر پاکان شما خالی‌نیید
  • O çeşit köpeklere elbette bu çeşit bayağılık adamlar hürmet ederler. Öyle adi kişiye hürmet etmek, öyle adi adama inanmak, aslana ardır.
  • آن سگان را این خسان خاضع شوند ** شیر را عارست کو را بگروند
  • Fare huylulara kedi bey olur. Fare kim oluyor ki aslandan korksun?
  • گربه باشد شحنه هر موش‌خو ** موش که بود تا ز شیران ترسد او
  • Fare huyludur, Allah köpeklerinden korkarlar,
  • خوف ایشان از کلاب حق بود ** خوفشان کی ز آفتاب حق بود
  • Uluların virdi, (Rabbimiz yücelerin yücedir) sözüdür. Bu aptallara lâyık olan Rab ise kendisinde Allah kuvveti vehmeden dünya büyükleridir. 3005
  • ربی الاعلاست ورد آن مهان ** رب ادنی درخور این ابلهان
  • Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar, misk ceylânlarıdır ancak.
  • موش کی ترسد ز شیران مصاف ** بلک آن آهوتگان مشک‌ناف
  • Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git… Onu kendine Allah say, velinimet say!
  • رو به پیش کاسه‌لیس ای دیگ‌لیس ** توش خداوند و ولی نعمت نویس
  • Kâfi yeter artık… Uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler, padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu bilirler anlarlar.
  • بس کن ار شرحی بگویم دور دست ** خشم گیرد میر و هم داند که هست
  • Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
  • حاصل این آمد که بد کن ای کریم ** با لیمان تا نهد گردن لیم
  • Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır. 3010
  • با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند
  • İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
  • زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
  • Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
  • هست طاغی بگلر زرین‌قبا ** هست شاکر خسته‌ی صاحب‌عبا
  • Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
  • شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر می‌روید ز بلوی و سقم
  • Sofinin boş sofraya sevdalanması
  • قصه عشق صوفی بر سفره‌ی تهی
  • Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
  • صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ می‌زد جامه‌ها را می‌درید
  • İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu. 3015
  • بانگ می‌زد نک نوای بی‌نوا ** قحطها و دردها را نک دوا
  • Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı… Sofilerde ona uydular, semâa başladılar.
  • چونک دود و شور او بسیار شد ** هر که صوفی بود با او یار شد
  • Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular… Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
  • کخ‌کخی و های و هویی می‌زدند ** تای چندی مست و بی‌خود می‌شدند