- Eşeğiyle beraber yanına geldi, kucağında da iki aylık bir çocuk vardı.
- پیش پیغامبر در آمد با خمار ** کودکی دو ماه زن را بر کنار
- Çocuk, Peygamber’e “Allah, sana selâm söyledi Ya Rasûllâllah, sana geldik işte” dedi.
- گفت کودک سلم الله علیک ** یا رسول الله قد جنا الیک
- Anası kızgınlıkla “Sus be, bu şahadeti kulağına kim üfürdü?
- مادرش از خشم گفتش هی خموش ** کیت افکند این شهادت را بگوش
- A yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip duruyorsun?” dedi.
- این کیت آموخت ای طفل صغیر ** که زبانت گشت در طفلی جریر
- Çocuk dedi ki: “Evvelâ Allah, sonra da Cebrail! Ben, bu sözde Cebrail’e ahenk uyduruyorum.“ 3225
- گفت حق آموخت آنگه جبرئیل ** در بیان با جبرئیلم من رسیل
- Kadın “Nerede Cebrail?” deyince çocuk dedi ki: “Nah; başının üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarıya bak!
- گفت کو گفتا که بالای سرت ** مینبینی کن به بالا منظرت
- Cebrail, başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!“
- ایستاده بر سر تو جبرئیل ** مر مرا گشته به صد گونه دلیل
- Kadın, “Sahi görüyor musun?“ dedi. Çocuk dedi ki: “Evet, başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.
- گفت میبینی تو گفتا که بلی ** بر سرت تابان چو بدری کاملی
- Bana Peygamber’i vasfediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan yüceltmede!
- میبیاموزد مرا وصف رسول ** زان علوم میرهاند زین سفول
- Sonra Peygamber, “Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da söyle de sonra ananın isteğine uy, sus“ dedi. 3230
- پس رسولش گفت ای طفل رضیع ** چیست نامت باز گو و شو مطیع
- Çocuk, “Adım, Allah yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzzâ!
- گفت نامم پیش حق عبدالعزیز ** عبد عزی پیش این یک مشت حیز
- Hâlbuki ben sana bu peygamberliği veren Allah hakkı için Uzzâ’dan usanmışım, berîyim!“ dedi.
- من ز عزی پاک و بیزار و بری ** حق آنک دادت این پیغامبری
- İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, başköşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
- کودک دو ماهه همچون ماه بدر ** درس بالغ گفته چون اصحاب صدر
- Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru kokusu geldi.
- پس حنوط آن دم ز جنت در رسید ** تا دماغ طفل و مادر بو کشید
- Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler. 3235
- هر دو میگفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط
- Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
- آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
- Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
- آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
- Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
- ربودن عقاب موزهی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
- Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
- اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
- Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
- خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
- Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi. 3240
- هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزهربای
- O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.
- دست سوی موزه برد آن خوشخطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
- Kuş, yel gibi havalandı, pabucu, tersine çevirdi, içinden bir yılan düştü.
- موزه را اندر هوا برد او چو باد ** پس نگون کرد و از آن ماری فتاد
- Kapkara bir yılandı o… tavşancıl, bu hareketiyle Peygamber’e iyilik etmek istemiş, Allah inayetine sebep olmuştu.
- در فتاد از موزه یک مار سیاه ** زان عنایت شد عقابش نیکخواه
- Kuş, sonra pabucu getirip “Buyur, namaza git” diye Peygamber’in önüne koydu.
- پس عقاب آن موزه را آورد باز ** گفت هین بستان و رو سوی نماز
- Âdeta “Bu küstahlığı zoraki yaptım, yoksa benim de edep ağacından bir dalcağızım var, ben de haddimce edep erkân nedir, bilirim“ diyordu. 3245
- از ضرورت کردم این گستاخیی ** من ز ادب دارم شکستهشاخیی