- Onun helvasını yedim; gözüm aydınlandı, onu gördüm gayri.
- چون دهانم خورد از حلوای او ** چشمروشن گشتم و بینای او
- Şu halde evime gidiyorum demektir, elbette ayağımı küstahça basarım… Ayağım titremez, körcesine gitmem ki!
- پا نهم گستاخ چون خانه روم ** پا نلرزانم نه کورانه روم
- Allah, güle bir söyledi de gülü güldürdü ya… Gönlüme de onu söyledi de gülden yüz kat fazla güldürdü.
- آنچ گل را گفت حق خندانش کرد ** با دل من گفت و صد چندانش کرد
- Selviye bir şey yaptı. Boyunu dümdüz etti… nergisle ağustos gülü de ondan feyz aldı, güzelleşti… 4130
- آنچ زد بر سرو و قدش راست کرد ** و آنچ از وی نرگس و نسرین بخورد
- Bir tecellisiyle kamışı, canı da tatlı, gönlü de tatlı bir hale getirdi… Toprağa mensup insan, onun lütfuyla Çigil güzeli oldu.
- آنچ نی را کرد شیرین جان و دل ** و آنچ خاکی یافت ازو نقش چگل
- Kaşı o dertçe fitneci, işveci bir hale getirdi; yüzü gül ve nar gibi kıpkırmızı bir renge boyadı…
- آنچ ابرو را چنان طرار ساخت ** چهره را گلگونه و گلنار ساخت
- Dile yüzlerce sihirbazlık öğretti; madene Caferi altın hassasını ihsan etti.
- مر زبان را داد صد افسونگری ** وانک کان را داد زر جعفری
- Silâh deposunun kapısını açınca güzellerin bakışları âşıkları koklamaya başladı…
- چون در زرادخانه باز شد ** غمزههای چشم تیرانداز شد
- Bu tecelli ile bu feyz ile benim gönlüme de ok attı, beni de sevdalara saldı… Beni şükre de âşık etti, şekere de! 4135
- بر دلم زد تیر و سوداییم کرد ** عاشق شکر و شکرخاییم کرد
- Öyle bir sevgiliye âşığım ki her alım, onun alımıdır. Akıl da onun bir kuluna kuludur, can da!
- عاشق آنم که هر آن آن اوست ** عقل و جان جاندار یک مرجان اوست
- Ben kuru lâf etmem; bir söz söylesem bile su gibi söylerim de ateşi söndürmede hiçbir ıstırabım olmaz.
- من نلافم ور بلافم همچو آب ** نیست در آتشکشیام اضطراب
- Ben nasıl bir şey çalabilirim? Hazinedar o… Nasıl kuvvetlenmem, arkam o…
- چون بدزدم چون حفیظ مخزن اوست ** چون نباشم سخترو پشت من اوست
- Kimin arkası güneşten kızar, ısınırsa yüzü pek olur, kuvvetlenir… Artık ona ne korku vardır, ne utanma!
- هر که از خورشید باشد پشت گرم ** سخت رو باشد نه بیم او را نه شرم
- Yüzü, hiçbir şeye aldırış etmeyen güneş gibi düşmanı yakar, perdeleri yırtar. 4140
- همچو روی آفتاب بیحذر ** گشت رویش خصمسوز و پردهدر
- Her peygamberin dünyada yüzü pektir, bir tek binici olduğu halde padişahların ordularına saldırır, onları ezer, bozar!
- هر پیمبر سخترو بد در جهان ** یکسواره کوفت بر جیش شهان
- Bir şeyden korkmaz, gamlanmaz; bu yüzden de hiçbir şeyden yüz çevirmez… Tek başına bütün dünyayı mağlûp eder.
- رو نگردانید از ترس و غمی ** یکتنه تنها بزد بر عالمی
- Taşın yüzü pektir, gözü tok… Dünya dolusu kerpiç olsa korkmaz.
- سنگ باشد سخترو و چشمشوخ ** او نترسد از جهان پر کلوخ
- Çünkü kerpiç, kerpiççi tarafından o hale konmuştur, taşıysa Allah yapmıştır, ondan dolayı serttir, katıdır!
- کان کلوخ از خشتزن یکلخت شد ** سنگ از صنع خدایی سخت شد
- Koyunlar, sayıya sığmayacak kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı hiç? 4145
- گوسفندان گر برونند از حساب ** ز انبهیشان کی بترسد آن قصاب
- Hepiniz de çobansınız… Peygamber de çobandır. Halka gelince sürüye benzer… Peygamber, onların çobanıdır, onları sürer durur.
- کلکم راع نبی چون راعیست ** خلق مانند رمه او ساعیست
- Çoban koyunlarla savaşa girişmekten korkmaz… bilâkis onları soğuktan, sıcaktan korur.
- از رمه چوپان نترسد در نبرد ** لیکشان حافظ بود از گرم و سرد
- Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan bağırır!
- گر زند بانگی ز قهر او بر رمه ** دان ز مهرست آن که دارد بر همه
- Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma!
- هر زمان گوید به گوشم بخت نو ** که ترا غمگین کنم غمگین مشو
- Ben, seni kötü gözlerden gizlemek için gamlandırırım. 4150
- من ترا غمگین و گریان زان کنم ** تا کت از چشم بدان پنهان کنم
- Kötü gözler, yüzünden ırak olsun diye kederlendirir, ahlâkını acı bir hale getiririm.
- تلخ گردانم ز غمها خوی تو ** تا بگردد چشم بد از روی تو